ترجمة سورة يونس

الترجمة التركية - مجمع الملك فهد
ترجمة معاني سورة يونس باللغة التركية من كتاب الترجمة التركية - مجمع الملك فهد .
من تأليف: مجموعة من العلماء .

    Elif. Lâm. Râ. İşte bunlar hikmet dolu Kitâb'ın âyetleridir.
    İçlerinden bir adama: İnsanları uyar ve iman edenlere, Rableri katında onlar için yüksek bir doğruluk makamı olduğunu müjdele, diye vahyetmemiz, insanlar için şaşılacak bir şey mi oldu ki, o kâfirler «Bu elbette apaçık bir sihirbazdır» dediler?
    Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra da işleri yerli yerince idare ederek arşa istiva eden Allah'dır. Onun izni olmadan hiç kimse şefaatçi olamaz. İşte O Rabbiniz Allah'tır. O halde O'na kulluk edin. Hâla düşünmüyor musunuz!
Allah'ın hak olan vaadi gereğince hepinizin dönüşü O'nadır. O, evvelâ mahlûkatı yaratır, sonra da iman edenleri ve iyi amelde bulunanları adaletle mükâfatlandırmak için, (öldükten sonra) tekrar yaratır. Küfredenlere ise, küfretmiş olmaları dolayısıyla kaynar sudan bir içecek ve acı bir azap vardır.
    Güneşi ışıklı, ayı da parlak kılan, yılların sayısını ve hesabı bilmeniz için ona (aya) birtakım menziller takdir eden O'dur. Allah bunları, ancak bir gerçeğe (ve hikmete) binaen yaratmıştır. O, bilen bir kavme âyetlerini açıklamaktadır.
    Gece ve gündüzün değişmesinde (uzayıp kısalmasında) Allah’ın göklerde ve yerde yarattığı şeylerde, (Onu inkâr etmekten) sakınan bir kavim için elbette nice deliller vardır!
Bize kavuşmayı ummayanlar dünya hayatından hoşnut olup onunla yetinenler ve âyetlerimizden de gâfil olanlar yok mu?
İşte onların, kazanmakta oldukları (günahlar) yüzünden varacakları yer, ateştir!
İman edip güzel işler yapanlara gelince, imanları sebebiyle Rableri onları nimet dolu cennetlerde, alt tarafından ırmaklar akan (saraylara) erdirir.
Onların oradaki duası: «Allah'ım! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederiz!» (sözleridir). Orada birbirleriyle karşılaştıkça söyledikleri ise «selâm» dır. Onların dualarının sonu da şudur: Hamd, Âlemlerin Rabbi Allah'a mahsustur.
Eğer Allah insanlara, hayrı çarçabuk istedikleri gibi şerri de acele verseydi, elbette onların ecelleri bitirilmiş olurdu. Fakat bize kavuşmayı beklemeyenleri biz, azgınlıkları içinde bocalar bir halde (kendi başlarına) bırakırız.
     İnsana bir zarar geldiği zaman, yan yatarak, oturarak veya ayakta durarak (o zararın giderilmesi için) bize dua eder, fakat biz ondan sıkıntısını kaldırınca, sanki kendisine dokunan bir sıkıntıdan ötürü bize dua etmemiş gibi geçip gider. İşte böylece haddi aşanlara yapmakta oldukları şeyler güzel gösterildi.
     Andolsun ki sizden önce, peygamberleri kendilerine mucizeler getirdiği halde (yalanlayıp) zulmettiklerinden dolayı nice milletleri helâk ettik; zaten onlar iman edecek değillerdi. İşte biz suçlu kavimleri böyle cezalandırırız.
     Sonra da, nasıl davranacağınızı görmemiz için onların ardından sizi yeryüzünde halifeler kıldık (Onların yerine sizi getirdik).
   Onlara âyetlerimiz açık açık okunduğu zaman (öldükten sonra) bize kavuşmayı beklemeyenler: Ya bundan başka bir Kur’an getir veya bunu değiştir! dediler. De ki: Onu kendiliğimden değiştirmem benim için olacak şey değildir. Ben, bana vahyolunandan başkasına uymam. Çünkü Rabbime isyan edersem elbette büyük günün azabından korkarım.
   De ki: Eğer Allah dileseydi onu size okumazdım, Allah da onu size bildirmezdi. Ben bundan önce bir ömür boyu içinizde durmuştum. Hâla akıl erdiremiyor musunuz?
Allah'a yalan isnat eden, yahut âyetlerini yalanlayan kimseden daha zâlim kim olabilir? Hiç şüphe yoktur ki, suçlular, asla felah bulmazlar.
   Onlar Allah'ı bırakıp kendilerine ne zarar ne de fayda verebilecek şeylere tapıyorlar ve: «Bunlar, Allah katında bizim şefaatçılarımızdır» diyorlar. De ki: «Siz Allah’a göklerde ve yerde bilemeyeceği bir şeyi mi haber veriyorsunuz? Hâşâ! O, onların ortak koştuklarından uzak ve yücedir.»
İnsanlar, önceden, tek bir ümmetten başka bir şey değildiler; fakat sonradan ayrılığa düştüler. Eğer Rabbin tarafından (azabın ertelenmesi ile ilgili) bir söz (ezelî bir takdir) geçmemiş olsaydı, ayrılığa düştükleri konuda hemen aralarında hüküm verilirdi (Derhal azap iner ve işleri bitirilirdi).
    Ona (Muhammed'e) Rabbinden bir mucize indirilse ya! diyorlar. De ki: Gayb ancak Allah’ındır. Bekleyin (bakalım) ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim.
      Kendilerine dokunan (kıtlık ve hastalık gibi) bir sıkıntıdan sonra insanlara bir rahmet (esenlik) tattırdığımız zaman, bir de bakarsın ki âyetlerimiz hakkında onların bir tuzağı vardır. De ki: Allah'ın tuzağı daha süratlidir. Şüphesiz elçilerimiz kurduğunuz tuzakları yazıyorlar.
    Sizi karada ve denizde gezdiren O'dur. Hatta siz gemilerde bulunduğunuz, o gemiler de içindekileri tatlı bir rüzgârla alıp götürdükleri ve (yolcular) bu yüzden neşelendikleri zaman, o gemiye şiddetli bir fırtına gelip çatar, her yerden onlara dalgalar hücum eder ve onlar çepeçevre kuşatıldıklarını anlarlar da dini yalnız Allah'a halis kılarak: «Andolsun eğer bizi bundan kurtarırsan mutlaka şükredenlerden olacağız» diye Allah'a yalvarırlar.
    Fakat Allah onları kurtarınca bir de bakarsın ki onlar, yine haksız yere taşkınlık ediyorlar. Ey insanlar! Sizin taşkınlığınız ancak kendi aleyhinizedir, (bununla) sadece fâni dünya hayatının menfaatini elde edersiniz; sonunda dönüşünüz yine bizedir. O zaman yapmakta olduklarınızı size haber vereceğiz.
    Dünya hayatının durumu, gökten indirdiğimiz bir su gibidir ki, insanların ve hayvanların yiyeceklerinden olan yeryüzü bitkileri o su sayesinde gürleşip birbirine girer. Nihayet yeryüzü zinetini takınıp, (rengârenk) süslendiği ve sahipleri de onun üzerinde kudret sahibi olduklarını sandıkları bir sırada, bir gece veya gündüz ona emrimiz (âfetimiz) gelir de onu sanki dün yerinde yokmuş gibi kökünden koparılarak biçilmiş bir hale getiririz. İşte iyi düşünecek kavimler için âyetlerimizi böyle açıklıyoruz.
Allah, (kullarını, cennete,) selâm evine çağırır ve dilediğini doğru yola iletir.
Güzel davrananlara daha güzel karşılık (cennet), bir de fazlası (Allah'ın yüzünü seyretme nimeti ve kat kat ecir) vardır. Onların yüzlerine ne bir toz (kara leke) bulaşır, ne de bir horluk (gelir). İşte onlar cennet ehlidirler. Ve onlar orada ebedi kalacaklardır.
    Kötülük yapanlara gelince, kötülüğün cezası misli iledir. Onları zillet kaplayacaktır. Onları Allah’a karşı koruyacak hiç kimse yoktur. Onların yüzleri sanki karanlık geceden bir parçaya bürünmüştür. İşte onlar da cehennem ehlidir. Onlar orada ebedî kalacaklardır.
    Onların hepsini biraraya toplayacağımız, sonra da Allah'a ortak koşanlara: «Siz ve koştuğunuz ortaklar yerinizde bekleyin» diyeceğimiz gün artık onların (putlarıyla) aralarını tamamen ayırmışızdır. Ve onların ortakları, (putları) derler ki: «Siz, bize ibadet etmiyordunuz.
    Bu yüzden bizimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter. Şüphesiz ki biz sizin (bize) tapmanızdan tamamen habersizdik.»
    Orada herkes geçmişte yaptıklarını karşısında bulur. Artık onlar gerçek sahipleri olan Allah'a döndürülmüşlerdir. Uydurmakta oldukları şeyler (bâtıl tanrıları) da onları terkedip kaybolmuştur.
   (Rasûlüm!) de ki: Sizi gökten ve yerden rızıklandıran kimdir? Ya da kulaklara ve gözlere kim mâlik (ve hakim) bulunuyor? Ölüden diriyi kim çıkarıyor, diriden ölüyü kim çıkarıyor? (Her türlü) işi kim idare ediyor? «Allah» diyecekler. De ki: Öyle ise (Ona âsi olmaktan) sakınmıyor musunuz?
İşte hak olan Rabbınız Allah budur. Hakkın dışında ise, sadece sapıklık vardır. O halde (haktan ve hidâyetten) nasıl saptırılıyorsunuz?
    İşte böylece Rabbinin yoldan çıkanlar hakkındaki «Onlar inanmazlar» sözü gerçekleşmiş oldu.
     (Rasûlüm!) de ki: (Allah'a) ortak koştuklarınız arasında, (birini yokken) ilk defa yaratacak, arkasından onu (ölümünden sonra hayata) yeniden döndürecek biri var mı? De ki: Allah ilk defa yaratıp (ölümden sonra) onu yeniden (hayata) döndürür. O halde nasıl saptırılırsınız!
De ki: ortak koştuklarınızdan hakka iletecek olan var mı? De ki: «Hakka Allah iletir.» Öyle ise hakka ileten mi uyulmaya daha lâyıktır, yoksa hidayet verilmedikçe kendi kendine doğru yolu bulamayan mı? Size ne oluyor? Nasıl (böyle yanlış) hükmediyorsunuz?
    Onların çoğu zandan başka bir şeye uymaz. Şüphesiz zan, haktan (ilimden) hiçbir şeyin yerini tutmaz. Allah onların yapmakta olduklarını pek iyi bilendir.
    Bu Kur’an Allah'tan başkası tarafından uydurulmuş bir şey değildir. Ancak kendinden öncekini doğrulayan ve o Kitab'ı açıklayandır. Onda şüphe yoktur, o âlemlerin Rabbindendir.
    Yoksa, Onu (Muhammed) uydurdu mu diyorlar? De ki: Eğer sizler doğru iseniz Allah'tan başka, gücünüzün yettiklerini çağırın da (hep beraber) onun benzeri bir sûre getirin.
Hayır! Onlar, ilmini kavrayamadıkları ve tevili kendilerine gelmemiş olan bir şeyi yalanlamaktadırlar. Nitekim kendilerinden öncekiler de böyle yalanlamışlardı. Şimdi bak, zalimlerin sonu nasıl oldu!
    İçlerinden öylesi var ki ona (Kur'an'a) inanır, yine onlardan öylesi de var ki ona inanmaz. Rabbin bozguncuları en iyi bilendir.
Eğer onlar seni yalanlarlarsa, (onlara) de ki: Benim amelim bana, sizin ameliniz de size aittir. Siz benim yaptığımdan uzaksınız; ben de sizin yaptığınızdan uzağım.
    Onlardan seni dinleyenler vardır. Fakat sağırlara üstelik akılları da ermiyorsa sen mi duyuracaksın?
    Onlardan sana bakan da vardır. Fakat hele (gerçeği) göremiyorlarsa körleri sen mi doğru yola ileteceksin?
 Şüphesiz ki Allah insanlara hiçbir şekilde zulmetmez, fakat insanlar kendilerine zulmederler.
    Allah'ın onları, sanki günün ancak bir saati kadar kaldıklarını zanneder vaziyette yeniden diriltip toplayacağı gün aralarında birbirleriyle tanışırlar. Allah'ın huzuruna varmayı yalanlayanlar elbette zarara uğramışlardır. Zira onlar doğru yola gitmemişlerdi.
Ya (dünyada) onlara vadettiğimiz azabın bir kısmını sana gösteririz; ya da seni öldürürüz; nasıl olsa onların dönüşü bizedir. Sonra Allah, onların yapageldikleri şeylere de şâhiddir.
    Her ümmetin bir peygamberi vardır. Peygamberleri geldiği zaman, aralarında adaletle hükmedilir ve onlara asla zulmedilmez.
    Doğru iseniz bu vaad (azap) ne zamandır? diyorlar.
  (Ey Muhammed!) De ki: «Ben kendime bile Allah'ın dilediğinden başka ne bir zarar ne de bir fayda verme gücüne sahibim.» Her ümmetin bir eceli vardır. Ecelleri geldiği zaman artık ne bir saat geri kalırlar ne de ileri giderler.
    De ki: (Ey müşrikler!) Ne dersiniz? Allah'ın azabı size geceleyin veya gündüzün gelirse (ne yaparsınız?). Suçlular ondan hangisini istemekte acele ediyorlar!
    Başınıza belâ geldikten sonra mı O'na iman edeceksiniz, şimdi mi? (Çok geç). Halbuki onu (azabın gelmesini) istemekte acele ediyordunuz?
    Sonra o (kendilerine) zulmedenlere, «Ebedî azabı tadın!» denilecek. Kazanmakta olduğunuzdan başkasının karşılığını mı bulacaksınız?
Sana o azabın hak olup olmadığını, sormaktadırlar. (Onlara) de ki: "Evet, Rabbime yemin ederim ki o haktır ve siz, (azabı göndermekten) Allah'ı âciz bırakacak değilsiniz.
    (O zaman) zulmeden herkes yeryüzündeki bütün servete sahip olsa (azaptan kurtulmak için) elbette onu feda eder. Ve azabı gördükleri zaman için için yanarlar. Aralarında adaletle hükmolunur ve onlara zulmedilmez.
Bilesiniz ki, göklerde ve yerde olan her şey Allah'ındır. Yine bilesiniz ki, Allah'ın vaadi haktır, fakat onların çoğu bilmez.
    O hem diriltir hem de öldürür ve yalnız O’na döndürüleceksiniz.
Ey insanlar! Rabbinizden size bir öğüt, göğüslerdeki (dert ve sıkıntılar) için bir şifa ve mü'minler için bir hidayet ve rahmet gelmişir.
     De ki: Ancak Allah’ın lütfu ve rahmetiyle, işte bunlarla sevinsinler. Bu, onların (dünya malı olarak) topladıklarından daha hayırlıdır.
(Ey Muhammed!) De ki: Biliyor musunuz, Allah'ın size indirdiği rızıktan bir kısmını helâl, bir kısmını da haram kıldınız?De ki: Allah mı size izin verdi, yoksa Allah'a iftira mı ediyorsunuz?
     Allah'a karşı yalan uyduranların kıyamet günü (âkıbetleri) hakkındaki kanaatleri nedir? Şüphesiz Allah insanlara karşı lütuf sahibidir. Fakat onların çoğu şükretmezler.
     Ne zaman sen bir işte bulunsan, ne zaman Kur'an'dan bir şey okusan ve siz ne zaman bir iş yaparsanız, o işe daldığınız zaman biz mutlaka üstünüzde şahidizdir. Ne yerde ne gökte zerre ağırlığınca bir şey Rabbinden uzak (ve gizli) kalmaz. Bundan daha küçüğü ve daha büyüğü yoktur ki apaçık kitapta (levhi mahfuzda) bulunmasın.
    Bilesiniz ki, Allah'ın dostlarına korku yoktur; onlar üzülmeyecekler de.
Onlar, iman edip de takvâya ermiş olanlardır.
    Dünya hayatında da ahirette de onlara müjde vardır. Allah'ın sözlerinde asla değişme yoktur. İşte bu, büyük kurtuluşun kendisidir.
(Ey Muhammed!) Müşriklerin sözleri seni üzmesin; çünkü bütün izzet (ve üstünlük) Allah'ındır. O, her şeyi hakkıyla işiten, hakkıyla bilendir.
Haberiniz olsun ki, göklerde ve yerde kim varsa, hepsi de Allah'ındır. Allah'ı bırakıp da başkalarına yalvaranlar, aslında koştukları ortaklara değil, ancak zanna uyuyorlar ve sadece yalan tahminde bulunuyorlar (yalan söylüyorlar).
Geceyi size, içinde dinlenesiniz diye (karanlık), gündüzü de (çalışıp kazanasınız diye) aydınlık yapan O'dur. İşte bunda, (Allah'ın kelâmını) dinleyen kimseler için (alınacak) ibretler vardır.
    (Müşrikler:) «Allah çocuk edindi» dediler. Hâşâ! O bundan münezzehtir. O’nun (çocuğa) ihtiyacı yoktur. Göklerde ve yerde ne varsa O’nundur. Bu hususta yanınızda herhangi bir delil yoktur. Allah hakkında bilmediğiniz bir şeyi mi söylüyorsunuz?
    De ki: Allah hakkında yalan uyduranlar asla kurtuluşa eremezler.
    Dünyada bir miktar geçim (sağlarlar), sonra dönüşleri bizedir; sonra da inkâr etmekte oldukları şeylerden ötürü onlara şiddetli azabı tattırırız.
    Onlara Nuh'un haberini oku: «Hani o eğer benim (aranızda) durmam ve Allah'ın âyetlerini hatırlatmam size ağır geldi ise, ben yalnız Allah'a dayanıp güvenirim. Siz de ortaklarınızla beraber toplanıp yapacağınızı kararlaştırın. Sonra işiniz başınıza dert olmasın. Bundan sonra (vereceğiniz) hükmü, bana uygulayın ve bana mühlet de vermeyin.»
     «Eğer yüz çeviriyorsanız, zaten ben sizden bir ücret istemedim. Benim ecrim Allah'tan başkasına ait değildir ve bana müslümanlardan olmam emrolundu.»
     Yine de onu yalanladılar, biz de hem onu hem de onunla beraber gemide bulunanları kurtardık ve onları (yeryüzünde) halifeler kıldık; âyetlerimizi yalanlayanları da (denizde) boğduk. Bak ki uyarılanların (fakat inanmayanların) sonu nasıl oldu!
     Sonra onun arkasından birçok peygamberi kendi toplumlarına gönderdik. Onlara mucizeler getirdiler. Fakat onlar daha önce yalanladıkları şeye inanacak değillerdi, işte haddi aşanların kalplerini biz böyle mühürleriz.
     Sonra onların ardından da Firavun ve toplumuna Musa ile Harun'u mucizelerimizle gönderdik, fakat onlar kibirlendiler ve günahkâr bir toplum oldular.
     Katımızdan onlara hak (mucize) gelince: «Bu elbette apaçık bir sihirdir» dediler.
     Musa: «Size hak geldiğinde onun için (hep böyle) mi dersiniz? Bu bir sihir midir? Halbuki sihirbazlar iflâh olmazlar» dedi.
Onlar ise, şöyle demişlerdi:"Sen bize, babalarımızı üzerinde bulduğumuz (din) dan uzaklaştırmak için ve yeryüzündeki büyüklük sadece sizin ikinize âit olsun diye mi geldin? Biz ikinize de inanmıyoruz".
    Firavun dedi ki: Bilgili bütün sihirbazları bana getirin!
Sihirbazlar gelince Musa onlara: Atacağınızı atın, dedi.
    Onlar (iplerini) atınca, Musa dedi ki: «Sizin getirdiğiniz sihirdir. Allah onu boşa çıkaracaktır. Çünkü Allah bozguncuların işini düzeltmez.»
"Suçlu olanlar hoşlanmasalar bile, Allah, sözleriyle hakkı gerçekleştirecektir'' demişti.
Firavun ve adamlarının kendilerine işkence yapmalarından korkmaları dolayısıyla, Musa'ya sadece kavminin gençleri iman etmişti. Şüphesiz Firavun, yeryüzünde büyüklük taslayan ve aşırı gidenlerdendi.
    Musa dedi ki: Ey kavmim! Eğer Allah'a inandıysanız ve O'na teslim olduysanız sadece O'na güvenip dayanın.
    Onlar da dediler ki: «Allah'a dayandık. Ey Rabbimiz! Bizi o zalimler topluluğu için deneme konusu kılma!
    Ve bizi rahmetinle o kâfirler topluluğundan kurtar!»
    Biz de Musa ve kardeşine: Kavminiz için Mısır'da evler hazırlayın ve evlerinizi namaz kılınacak yerler yapın, namazlarınızı da dosdoğru kılın. (Ey Musa!) Müminleri müjdele! diye vahyettik.
    Musa dedi ki: Ey Rabbimiz! Gerçekten sen Firavun ve kavmine dünya hayatında ziynet ve nice mallar verdin. Ey Rabbimiz! (Onlara bu nimetleri), insanları senin yolundan saptırsınlar ve elem verici cezayı görünceye kadar iman etmesinler, diye mi (verdin)? Ey Rabbimiz! Onların mallarını yok et, kalplerine sıkıntı ver (ki iman etsinler).
(Allah): İkinizin de duası kabul olunmuştur. O halde siz doğruluğa devam edin ve sakın o bilmezlerin yoluna gitmeyin! dedi.
İsrailoğullarını denizden geçirmiştik. Firavun ve askerleri ise, zâlim ve düşman olarak onları takip etmişlerdi. Nihayet Firavun suda boğulacağını iyice anlayınca şöyle demişti: "İsrailoğullarının iman ettiğinden başka İlâh olmadığına iman ettim. Ben de müslümanlardanım".
     Şimdi mi (iman ettin)! Halbuki daha önce isyan etmiş ve bozgunculardan olmuştun.
    (Ey Firavun!) Senden sonra geleceklere ibret olman için, bugün senin bedenini (cansız olarak) kurtaracağız. İşte insanlardan bir çoğu, hakikaten âyetlerimizden gafildirler.
    Andolsun biz İsrailoğullarını güzel bir yurda yerleştirdik ve onlara temiz nimetlerden rızık verdik. Kendilerine ilim gelinceye kadar ayrılığa düşmediler. Şüphesiz ki Rabbin, kıyamet günü onların, aralarında ihtilaf etmekte oldukları şeyler hakkında hükmedecektir.
    (Rasûlüm!) Eğer sana indirdiğimizden (bu anlattığımız olaylardan) kuşkuda isen, senden önce Kitab'ı (Tevrat'ı) okuyanlara sor. Andolsun ki, Rabbinden sana hak gelmiştir. Sakın şüphecilerden olma!
    Allah'ın âyetlerini yalanlayanlardan da olma, sonra ziyana uğrayanlardan olursun.
Gerçekten haklarında Rabbinin sözü (hükmü) sabit olanlar,
bütün mucizeler gelmiş olsa bile, elem verici azabı görünceye kadar inanmayacaklardır.
Yunus’un kavmi müstesna, (halkını yok ettiğimiz ülkelerden) herhangi bir ülke halkı, keşke (kendilerine azap gelmeden) iman etse de bu imanları kendilerine fayda verseydi! Yunus'un kavmi iman edince, kendilerinden dünya hayatındaki rüsvalık azabını kaldırdık ve onları bir süre (dünya nimetlerinden) faydalandırdık.
(Rasûlüm!) Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzünde bulunan herkes, topyekun iman ederdi. Hal böyle olunca, sen, insanları mü'min oluncaya kadar zorlayıp duracak mısın?
    Allah'ın izni olmadan hiç kimse inanamaz. O, akıllarını kullanmayanları murdar (inkârcı) kılar.
    De ki: «Göklerde ve yerde neler var, bakın (da ibret alın!)» Fakat inanmayan bir topluma deliller ve uyarılar fayda sağlamaz.
    Onlar, kendilerinden önce gelip geçmiş toplumların (acıklı) günlerinin benzerlerinden başkasını mı bekliyorlar? De ki: Haydi bekleyin! Şüphesiz ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim.
    Biz, sonra peygamberlerimizi ve aynı şekilde iman edenleri kurtarırız. İnananları üzerimize bir borç olarak kurtaracağız.
    De ki: «Ey insanlar! Benim dinimden şüphede iseniz, (bilin ki) ben Allah’ı bırakıp da sizin taptıklarınıza tapmam, fakat ancak sizi öldürecek olan Allah'a kulluk ederim. Bana müminlerden olmam emrolundu.»
    «Ve (bana) hanîf (Allah'ın birliğini tanıyıcı) olarak yüzünü dine çevir; sakın müşriklerden olma, diye (emredildi).»
    Allah'ı bırakıp da sana fayda veya zarar vermeyecek şeylere tapma. Eğer bunu yaparsan, o takdirde sen mutlaka zalimlerden olursun.
(Bana denildi ki:) "Eğer Allah sana bir sıkıntı verirse, yine O'ndan başka o sıkıntıyı giderecek yoktur. Eğer sana bir hayır murad ederse, O'nun lûtfunu geri çevirecek yoktur. O hayra da, kullarından dilediği kavuşur. O, çok bağışlayıcıdır; çok merhametlidir."
    De ki: Ey insanlar! Size Rabbinizden Hak (Kur'an) gelmiştir. Artık kim doğru yola gelirse, ancak kendisi için gelecektir. Kim de saparsa, o da ancak kendi aleyhine sapacaktır. Ben sizin üzerinize vekil değilim. (Sadece tebliğ etmekle memurum).
     (Rasûlüm!) Sen, sana vahyolunana uy ve Allah hükmedinceye kadar sabret. O hâkimlerin en hayırlısıdır.
Icon