ﯠ
surah.translation
.
من تأليف:
مجموعة من العلماء
.
ﰡ
ﯤﯥ
ﰀ
Savurarak esen,
ﯧﯨ
ﰁ
yağmur bulutlarını taşıyan,
ﯪﯫ
ﰂ
gemileri kolayca yüzdüren
ﯭﯮ
ﰃ
ve yağmurları taksim eden rüzgârlara yemin olsun ki
size vâdedilen, kesinlikle doğrudur
ve ceza mutlaka vuku bulacaktır.
İçinde yörüngeleri olan göğe andolsun ki
siz çelişkili sözler söylüyorsunuz.
Ondan (Kur'an'dan veya imandan ancak) döndürülebilen döndürülür.
ﭟﭠ
ﰉ
Kahrolsun o koyu yalancılar!
Onlar koyu bir cehalet içerisinde kalmış gafillerdir.
Ceza gününün ne zaman olduğunu sorarlar.
O gün onlar ateşe sokulacaklardır.
Azabınızı tadın! Acele gelmesini beklediğiniz şey budur işte! (denir.)
Şüphesiz ki Allah'a isyandan sakınanlar, cennetlerde ve pınar başlarında bulunacaklar.
Rablerinin kendilerine verdiğini alarak. Kuşkusuz onlar, bundan önce dünyada güzel davrananlardı.
Geceleri pek az uyurlardı.
Seher vakitlerinde de istiğfar ederlerdi.
Mallarında, muhtaç ve yoksullar için bir hak vardı.
Kesin olarak inananlar için yeryüzünde âyetler vardır.
Kendi nefislerinizde de öyle. Görmüyor musunuz?
Semada da rızkınız ve size vâdedilen başka şeyler vardır.
Göğün ve yerin Rabbine andolsun ki bu vaad, sizin konuşmanız gibi kesin ve gerçektir.
İbrahim'in ağırlanan misafirlerinin haberi sana geldi mi? (Bunlar meleklerdi.)
Onlar İbrahim’in yanına girmişler, selam vermişlerdi. İbrahim de selamı almış, içinden, «Bunlar, yabancılar» demişti.
Hemen ailesinin yanına giderek semiz bir dana (kebabını) getirmiş,
Onların önüne koyup «Yemez misiniz?» demişti.
Derken onlardan korkmaya başladı. «Korkma» dediler ve ona bilgin bir oğlan çocuğu müjdelediler.
Karısı çığlık atarak geldi. Elini yüzüne çarparak: «Ben kısır bir kocakarıyım!» dedi.
Onlar da "Rabbin böyle buyurdu; O, hikmet sahibidir ve her şeyi hakkıyla bilendir" demişlerdi.
(İbrahim:) O halde işiniz nedir, ey elçiler? dedi.
«Biz, dediler, suçlu bir kavme gönderildik.»
«Üzerlerine çamurdan taş yağdırmaya (geldik).»
(Bu taşlar,) aşın gidenler için Rabbinin katında işaretlenmiş (taşlardır).
Bunun üzerine orada bulunan müminleri çıkardık.
Zaten orada müslümanlardan, bir ev halkından başka kimse bulmadık.
Acı azaptan korkanlar için orada bir işaret bıraktık.
Musa'da da (ibretler vardır). Onu apaçık bir delil ile Firavun'a göndermiştik.
Firavun ordusuyla birlikte yüz çevirmiş: «O, bir büyücüdür veya bir delidir» demişti.
Nihayet onu da ordularını da yakalayıp denize attık, bu sırada kendini kınayıp duruyordu.
Âd kavminde de (ibretler vardır). Onlara kasıp kavuran rüzgârı göndermiştik.
Üzerinden geçtiği şeyi canlı bırakmıyor, onu kül edip savuruyordu.
Semûd kavminde de (ibretler vardır). Onlara: Bir süreye kadar faydalanın, denmişti.
Rablerinin emrine karşı geldiler. Bu yüzden, bakıp dururlarken onları yıldırım çarpıverdi.
Ayağa kalkacak güçleri kalmamış, yardım edenleri de olmamıştı.
Bunlardan önce de Nuh kavmini helâk etmiştik. Çünkü onlar yoldan çıkmış bir toplum idiler.
Göğü kendi ellerimizle biz kurduk ve biz (onu) elbette genişleticiyiz.
Yeri de döşedik. (Bak) ne güzel döşeyiciyiz!
Her şeyden de çift çift yarattık ki, düşünüp öğüt alasınız.
O halde Allah’a koşun. Çünkü ben, size O'nun katından (gelmiş) açık bir uyarıcıyım.
"Allah ile beraber bir başkasını ilah kılmayın. Ben, sizin için O'nun tarafından gönderilen apaçık bir uyarıcıyım."
İşte böylece, onlardan öncekilere herhangi bir peygamber geldiğinde hemen: "O, bir büyücüdür veya delidir," dediler.
Bunu (nesilden nesile) birbirlerine vasiyet mi ettiler? Doğrusu onlar azgın bir topluluktur.
Artık onlara aldırma. (Davete uymamalarından dolayı) sen kınanacak değilsin.
Sen yine de öğüt ver. Çünkü öğüt müminlere fayda verir.
Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.
Ben onlardan rızık istemiyorum. Beni doyurmalarını da istemiyorum.
Şüphesiz rızık veren, güç ve kuvvet sahibi olan ancak Allah'tır.
Muhakkak ki bu zulmedenlerin de, geçmişlerinin payı gibi (azaptan) bir payları vardır! O halde acele etmesinler!
Başlarına gelecek (acı) günlerinden dolayı vay o kâfirlerin haline!