ترجمة سورة النّمل

الترجمة التركية للمختصر في تفسير القرآن الكريم
ترجمة معاني سورة النّمل باللغة التركية من كتاب الترجمة التركية للمختصر في تفسير القرآن الكريم .
من تأليف: مركز تفسير للدراسات القرآنية .

Tâ, Sîn. Bu hususta benzer bir açıklama Bakara Suresi'nin başında zikredilmiştir. Sana indirilen bu ayetler, Kur'an'ın ayetleridir. İçerisinde herhangi bir karışıklığın olmadığı apaçık bir kitaptır. Kim onu iyice düşünerek okursa onun Allah katından olduğunu bilir.
Bu ayetler Allah'a ve Rasûlüne iman edenler için hakka ulaştıran hidayet rehberi, yol gösterici ve bir müjdedir.
Namazlarını en güzel bir şekilde tam olarak kılarlar, mallarının zekâtını verilmesi gereken yerlere verirler ve onlar ahirete olan sevaba ve cezaya kesin olarak iman ederler.
Şüphesiz ahirete ve orada bulunan sevap ve cezaya iman etmeyen kâfirlere kötü amellerini süsledik de onları yapmaya devam ettiler. O yüzden hem hakka ve hem de aklıselime erişemeyip körü körüne bocaladılar.
Belirtilen özelliklere sahip olan o kimseler için dünyada katledilip, esir alınarak kötü bir azap vardır. Yine onlar ahirette de insanların en çok hüsrana uğrayanları olacaklardır. Öyle ki kıyamet gününde kendi nefislerini ve ailelerini Cehennem'de ebedî bırakarak hüsrana uğratacaklardır.
-Ey Rasûl!- Şüphesiz sana indirilen bu Kur'an'ı; yaratmasında, bütün işleri en güzel şekilde idare etmesinde ve şeriatında hikmet sahibi olan ve kullarının yararına olan şeylerden hiçbirinin kendisine gizli kalmadığı Allah tarafından almaktasın.
-Ey Rasûl!- Hani Musa ailesine şöyle demişti: "Muhakkak bir ateş gördüm. Onu yakan kimseden haber getiririm, o da bize yolu gösterir veya soğuktan ısınmanız için ondan bir tutam kor ateş getiririm."
Görmüş olduğu ateşin bulunduğu yere vardığında, Allah ona şöyle nidâ ederek seslendi: "Alemlerin Rabbi olan Allah Teâlâ'yı tazim edip, yüceltmek ve dalalette olanların O'nu vasıflandırdığı O'na yaraşmayan sıfatlardan ve bütün eksikliklerden münezzeh kılmak için ateşte olan melekler ve çevresinde olan melekle bereketli kılınmıştır."
Allah Teâlâ ona şöyle buyurdu: "-Ey Musa!- Muhakkak ki ben, (hiçbir kimsenin mağlup edemeyeceği) mutlak güç sahibi Aziz, yaratmamda, takdirimde ve şeriatımda hikmet sahibi olan Allah'ım."
"Âsanı at!" Musa emre itaat edip âsayı yere attı. Musa âsasını yılan gibi kıvrılıp, hareket ettiğini görünce arkasına dönüp bakmadan kaçtı. Ardından Allah Teâlâ ona şöyle buyurdu: "Ondan korkma! Çünkü Benim yanımda rasûller ne bir yılandan ve ne de başka bir şeyden korkarlar."
Ancak, kim günah işleyerek kendi nefsine zulmeder, sonra da tevbe eder ise; muhakkak ki ben ona karşı çok bağışlayıcıyım, çok merhamet ediciyim.
Gömleğinin yakasından boyun tarafından elini koynuna sok ve çıkardığında alaca (abraş) hastalığı olmadan kar gibi bembeyaz çıksın. Bu sana verilen ve senin doğruluğunu ispat eden dokuz mucizeden birisidir. -Elinin bembeyaz çıkması mucizesi ile birlikte sana verilen dokuz mucize başlıca şöyledir: Âsa, başlarına gelen felaketler, tufan, çekirge, buğday güvesi, kurbağa ve kan- Bunlar Firavun ve kavminin başına gelmiş olaylardır. Çünkü onlar Allah'a küfredip O'na itaatten çıkmış bir topluluktur.
Nitekim Musa'yı desteklediğimiz mucizelerimiz apaçık görünür bir şekilde gözlerinin önüne gelince şöyle dediler: "Musa'nın getirmiş olduğu bu mucizeler, apaçık bir sihirdir."
Bu apaçık mucizeleri inkâr edip, kabul etmediler. Hâlbuki gönülleri bu delillerin/mucizelerin hak ve Allah'tan olduğuna kanaat getirmişti. Zulüm ve hakka karşı kibirleri yüzünden onları inkâr ettiler. -Ey Rasûl!- Küfürleri ve günahları sebebi ile bozguncuların yeryüzündeki sonlarına bir bak. Biz onların hepsini helâk ederek, yok ettik.
Davud'a ve oğlu Süleyman'a ilim vermiştik. Bu ilimden biri de kuşlarla konuşma ilmidir. Davud ve Süleyman, Allah Teâlâ'ya şükrederek şöyle demişlerdi: "Bize peygamberlik vererek, cin ve Şeytanları hizmetimize sunan ve bizi Mü'min kullarından çoğuna üstün kılan Allah'a hamdolsun."
Süleyman, babası Davud'a peygamberlikte, ilimde ve krallıkta mirasçı oldu. Allah Teâlâ'nın kendisine ve babasına olan nimetinden bahsederek şöyle dedi: "Ey insanlar! Allah bize kuşların dilini öğretti ve bize peygamberlere ve krallara verdiği her şeyden verdi. Şüphesiz her noksanlıktan münezzeh olan Allah Teâlâ'nın bize bahşetmiş olduğu bu şey apaçık bir lütfudur."
Süleyman'ın insanlardan, cinlerden ve kuşlardan oluşan ordusu toplandı ve hepsi düzenli bir şekilde sevk ediliyordu.
Nihayet karınca vadisine (Şam'da bir yer) geldikleri zaman, karıncalardan bir karınca şöyle dedi: "Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin. Süleyman ve askerleri farkına varmadan sizi ezmesinler. Zira sizi fark ederlerse üzerinize basmazlar."
Süleyman, onun (karıncanın) sözünü duyduğu zaman bu sözüne tebessüm ederek güldü ve Rabbi -Subhânehu ve Teâlâ-'ya dua ederek şöyle dedi: "Rabbim! Bana ve anama babama verdiğin nimetine şükretmem için beni muvaffak kıl ve bana ilham et. Razı olduğun salih ameli işlemeye beni muvaffak kıl. Ve yine beni rahmetinle iyi kullarının arasına kat."
Süleyman kuşları denetledi ve; "Hudhud'u neden göremiyorum?" dedi. "Onu görmeme mani olan bir şey mi beni engelledi yoksa kayıplara mı karıştı?"
Süleyman için Hudhud'un kayıp olduğu kesin olarak ortaya çıkınca şöyle dedi: "Ona çok kötü bir şekilde eziyet vereceğim. Ya da kaybolduğu için ceza olarak onu keseceğim. Yahut da bana kaybolmasındaki mazeretini apaçık bir şekilde ortaya koyacağı bir delil getirecek."
Çok geçmeden Hudhud geldi ve Süleyman -aleyhisselam-'a şöyle dedi: "Ben, senin bilmediğin önemli bir bilgiye ulaştım ve sana Sebe'den doğru ve içinde şek olmayan bir haber getirdim."
Onlara hükümdarlık eden bir kadın buldum. Bu kadına hükümdarlık ve otorite ile ilgili her türlü güç ve kuvvet verilmişti. Onun üzerine oturup toplumunun işlerini idare ettiği büyük bir tahtı vardı.
Bu kadını ve kavmini Allah -Subhânehu ve Teâlâ-'yı bırakıp Güneş'e secde eder halde buldum. Şeytan, onlara şirk olan amelleri ve günahları süslü göstermiş ve böylece onları hak yoldan çıkarmıştır. Bunun için onlar doğru yolu bulamıyorlar.
Göklerde sakladığı yağmurları ve yerdeki bitkileri ortaya çıkaran, gizlediğiniz ve açığa vurduğunuz amelleri bilen Allah Teâlâ'ya secde etmesinler diye Şeytan onlara içinde şirk olan amelleri ve günahları güzel gösterdi.
O'ndan başka hak mabud (ilah) yoktur. O büyük Arş'ın Rabbidir.
Süleyman -aleyhisselam- Hudhud'e şöyle demişti: "İddia ettiğinde doğru mu söylüyorsun yoksa yalancılardan mısın göreceğiz."
Süleyman bir mektup yazdı, onu Hudhud'e teslim etti ve ona şöyle dedi: "Bu mektubumu Sebe ehline götür ve onu kendilerine at. Sonra da onları duyacağın şekilde biraz uzak dur. Bu mektup hakkında ne sonuca varacaklarına bak!"
Kraliçe mektubu aldı ve şöyle dedi: "Ey ileri gelenler! Gerçekten bana çok önemli ve değerli bir mektup bırakıldı."
Bu mektup Süleyman'dandır. Muhtevası Rahman ve Rahim olan Allahın adıyla başlamaktadır.
Asla kibirlenip, büyüklenmeyin. Yüce Allah'ı birlemek ve O'na şirk koşmayı terk etmek adına sizlere yaptığım davetime boyun eğerek ve teslimiyet göstererek gelin. Zira sizler, Yüce Allah ile birlikte Güneş'e tapıp, ibadet etmekteydiniz.
Kraliçe şöyle dedi: "Ey ileri gelenler ve efendiler! Bu işimde bana isabetli olan görüşü açıklayın. Siz hazır olmadıkça ve açık bir şekilde görüşünüzü ortaya koymadıkça bir iş hakkında kesin karar vermem."
Kavminin ileri gelenleri ona şöyle dediler: "Biz çok büyük kuvvet sahibi ve savaşta çok çetin ve zorluk sahibi kimseleriz. Buyruk ise senindir. Artık bize ne buyuracağını sen karar ver, biz onu yapmaya güç yetiririz."
Kraliçe şöyle dedi: "Şüphesiz hükümdarlar bir memlekete girdikleri zaman; öldürerek, yağmalayarak ve talan ederek oraları ifsat ederler. O memleketlerin izzetli ve kuvvet sahibi efendilerini ve ileri gelenlerini zelil ederler. Hükümdarlar üstün geldikleri memleketin ahalisinin içine korkuyu ve heybeti yerleştirmek için daima böyle yaparlar.
"Şüphesiz ben bu mektubun sahibine ve kavmine bir hediye göndereceğim. Elçilerin bu hediyeden sonra ne haberle döneceklerine bakacağım."
Kraliçenin elçisi ve onunla beraber olan yardımcıları taşıdıkları hediyelerle Süleyman'a geldikleri zaman, Süleyman -aleyhisselam- kendisine hediye getirilmesini hoş karşılamayarak şöyle dedi: "Beni kendinizden alıkoymak için bana mal ile yardımda mı bulunuyorsunuz? Allah'ın bana verdiği peygamberlik, krallık ve mal size verdiklerinden daha hayırlıdır. Muhakkak siz, dünya malından size verilen hediyeler ile sevinmektesiniz."
Süleyman -aleyhisselam- (kraliçenin) elçisine şöyle dedi: "Getirmiş olduğun hediye ile onların yanına geri dön. Muhakkak ki biz, karşı duramayacakları bir orduyla kraliçeye ve kavmine geleceğiz. Eğer boyun eğerek bana gelmezler ise, izzet içindeyken onları aşağılık bir halde, küçük düşürerek Sebe'den çıkaracağız."
Süleyman -aleyhisselam- mülkü/krallığı altında bulunan söz sahiplerine hitap ederek şöyle dedi: "Ey ileri gelenler! Onlar boyun eğip gelmeden önce, kraliçelik tahtını hanginiz bana getirebilir?"
Cinlerin azgın olanlarından biri şöyle diyerek cevap verdi: "Sen içinde bulunduğun bu yerinden kalkmadan önce ben onun tahtını sana getiririm. Gerçekten benim onu taşımaya gücüm yeter, içindekiler konusunda da güvenilirim. Ve onlardan herhangi bir şey eksiltmem."
Süleyman -aleyhisselam-'ın yanında, kitapta yazılı olan ilimler hakkında bilgi sahibi olan salih ve âlim bir adam vardı. Bu adam, kendisi ile dua edildiğinde Allah Teâlâ'nın duaya icabet edeceği ism-i azamı bilmekteydi. Süleyman -aleyhisselam-'a, "Ben onun tahtını gözünü açıp kapamadan önce Allah'a dua ederek onu sana getiririm." dedi ve ardından Yüce Allah'a dua etti. Allah Teâlâ da onun bu duasına icabet etti. Süleyman onun tahtını yanında kurulmuş olarak görünce şöyle dedi: "Bu, nimetlerine şükür mü yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni denemek için, Rabbim -Subhânehu ve Teâlâ-'nın bana bir lütfudur. Kim Allah'a şükrederse muhakkak şükrünün faydası kendisine döner. Yüce Allah hiçbir şeye muhtaç değildir. Kulların kendisine yapmış oldukları şükürleri O'na bir fayda vermez. Kim de Yüce Allah'ın nimetlerine şükretmez ise şüphesiz ki benim Rabbim onun şükrüne muhtaç değildir, O çok cömerttir. Nankörlük edene bile nimet vermesi O'nun cömertliğindendir."
Süleyman -aleyhisselam- şöyle dedi: "Onun hüküm sürdüğü tahtını kendi şeklinden başka bir şekle çevirin bakalım. Geldiği zaman onu tanıyabilecek mi yoksa tanımayanlardan mı olacak?"
Sebe kraliçesi Süleyman'a geldiği zaman imtihan olması için kendisine şöyle denildi: "Bu senin tahtın gibi mi?" O da kendisine sorulan sorunun aynısıyla cevap verdi: "Sanki bu odur!" Bunun üzerine Süleyman -aleyhisselam- şöyle dedi: "Allah Teâlâ daha önce bunun gibi işlerde kudreti hakkında bize ilim vermişti. Biz de Allah'ın emrine boyun eğmiştik ve O'na itaat etmiştik."
Kavmine tabi olarak ve onları taklit ederek Allah'tan başka ibadet ettiği şeyler, onun Allah Teâlâ'yı birlemesine engel olmuştu. Şüphesiz o (Belkıs), Allah'a karşı kâfir olan bir kavimdendi ve kendisi de onlar gibi kâfirdi.
Ona şöyle denildi: "Köşke/saraya gir." Kraliçe sarayın zeminini görünce, onu su zannetmişti ve suya girmek için eteğini topladı. Süleyman -aleyhisselam- şöyle dedi: "Bu billurdan yapılmış pürüzsüz, dümdüz bir saraydır." Ve onu İslâm'a davet etti. Kraliçe, Süleyman'ın onu davet ettiği bu dini kabul edip şöyle diyerek ona icabet etti: "Rabbim! Ben seninle beraber senden başkasına ibadet ederek kendime zulmetmişim. Süleyman ile beraber mahlûkatın hepsinin Rabbi olan Allah'a ben de boyun eğdim, teslim oldum."
Muhakkak ki Biz Semud kavmine, soy bakımından kardeşleri olan Salih -aleyhisselam-'ı yalnız Allah'a ibadet edin diye uyarması için gönderdik. Bir de ne görsün? Onlar birbiriyle çekişen iki grup olmuşlar. Biri Mü'min bir topluluk, diğeri kâfir. Her biri hangisi hak üzere olduğu hususunda birbirleriyle çekişiyorlar.
Salih -aleyhisselam- onlara şöyle dedi: "Niçin rahmetten önce azabın gelmesini istiyorsunuz? Size merhamet etmesini ümit ederek Allah Teâlâ'dan günahlarınızın bağışlanmasını istemez misiniz?"
Kavmi hakka karşı inat ederek ona şöyle dedi: "Seninle ve beraberindeki Mü'minlerin yüzünden uğursuzluğa uğradık." Salih -aleyhisselam- onlara şöyle dedi: "Başınıza gelen sıkıntılar sebebiyle uğur getirmesi için uçurduğunuz kuşların ilmi Allah katındadır. Bu hususta hiçbir şey O'na gizli kalmaz. Muhakkak sizler; size verilen çok hayırlar ve başınıza gelen şerlerle imtihan edilmekte olan bir kavimsiniz."
Hicr şehrinde günah ve küfürle bozgunculuk yapan dokuz kişi vardı. Bunlar yeryüzünde iman edip, salih ameller işleyerek ıslah etmeyen kimselerdi.
Birbirlerine şöyle dediler: "Sizden her biriniz gece onun evine geleceğine dair Allah adına yemin etsin. Ardından hep birlikte onu öldürelim. Sonra da onun kan davasını güden velisine şöyle diyelim: Biz Salih ve ailesinin öldürülmesi sırasında hazır bulunmadık. Gerçekten biz söylediğimiz sözde doğru söyleyen kimseleriz."
Salih'i ve Mü'minlerden ona tabi olanları öldürmek için bir tuzak kurdular. Biz de onun kavminden kâfir olanları helâk etmek için onlar fark etmeden, ona kurdukları tuzaklarından kurtarmak için bir tuzak kurmuştuk.
-Ey Rasûl!- Kurmuş oldukları tuzaklarının ve planlarının sonu nasıl oldu? Bir bak! Muhakkak ki biz, onları ve toplumlarını kendi katımızdan bir azapla tamamen yok ettik.
Şunlar onların evleridir. Duvarları çatılarının üzerine yıkılmış. Zulümleri sebebiyle ahalisinin içinde yaşamadığı bir hale gelmiş. Şüphesiz zulümleri sebebiyle başlarına gelen azapta iman eden kavim için bir ibret vardır. Zira onlar (kâfirlerin başına gelen) azaptan ibret alırlar.
Salih -aleyhisselam-'ın kavminden olup Allah Teâlâ'ya iman edenleri kurtardık. Onlar emirlerine uyarak ve yasaklarından kaçınarak Allah'a karşı takva sahibi olan kimselerdi.
-Ey Rasûl!- Kavmini kınayan, yapmış olduklarını inkâr eden Lût'u da hatırla. Hani onlara şöyle diyordu: "Birbirinizi görüp, bakarken aleni olarak toplantılarınızda o çirkin işi mi yapıyorsunuz?
Şüphesiz siz kadınları bırakıp şehvetle erkeklere mi yanaşıyorsunuz? Doğrusu siz, iffetli yaşamayı ve çocuk sahibi olmayı istemiyorsunuz. Siz sadece hayvanî şehvetinizi gidermek istiyorsunuz. Bilâkis siz, üzerinize farz olan iman etmeyi, temizlenmeyi ve günahlardan uzaklaşmayı bilmeyen cahil bir toplumsunuz.
Kavminin: "Lût ailesini memleketinizden çıkartın! Şüphesiz onlar günahkârlardan ve pisliklerden uzak duran kimselerdir.” demekten başka bir cevabı yoktu. Bunu, işledikleri günahlara ortak olmayan, bilâkis işledikleri bu günahı inkâr eden, Lût ailesiyle dalga geçerek söylediler.
Biz de onu ve karısı hariç bütün ailesini kurtardık. Karısının helâk olanlardan biri olması için, azaba uğrayanlar arasında olmasına hükmettik.
Onların üzerine gökten taşlar yağdırdık. Azaba karşı uyarıldığı halde icabet etmeyen kimseler için helâk eden çok kötü bir yağmurdu.
-Ey Peygamber!- De ki: “Nimetlerinden ötürü Allah’a hamdolsun. Lût ve Salih’in kavmine gönderdiği azaptan Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'in ashabına da esenlik olsun. Bütün her şeyin mülkü elinde olan hak mabut Yüce Allah mı hayırlıdır, yoksa müşriklerin ibadet ettiği bir fayda ve zarara malik olmayan mabutları mı hayırlıdır?
(Ortak koştuklarınız mı hayırlı) Yoksa gökleri ve yeri bir benzeri olmadan yaratan, üzerinize yağmur olarak su indiren, bu suyla sizlere nice güzellik ve iyiliklerle dolu bahçeler bitiren (Allah) mı? Sizler acizliğinizden dolayı bu bahçelerde bir ağaç bile bitiremezsiniz. Onları bitiren Yüce Allah’tır. Yoksa Allah’la beraber bunları yapan başka bir mabud mu var? Hayır. Bilakis onlar, adaletsizce yaratan ile yaratılanı birbirine denk tutan ve haktan sapmış bir topluluktur.
(Ortak koştuklarınız mı hayırlı) Yoksa yeryüzü ve üzerinde bulunanları savurmayan, onu istikrarlı ve sabit bir hale dönüştüren, nehirler akıtan ve dünyayı sabit kılan dağlar yaratan, biri diğerini bozarak, içilmeyecek hale getirmesin diye suyu tatlı ve tuzlu olan ik ayrı deniz suyunu birbirine karıştırmayan Yüce Allah mı? Bütün bunları Yüce Allah’la beraber yapan başka bir mabud mu var? Hayır, bilâkis onların çoğu hakkı bilmezler. Eğer bilselerdi Allah’a, hiçbir şeyi ortak koşmazlardı.
(Ortak koştuklarınız mı hayırlı) Yoksa sıkışmış ve zora düşmüş kimse dua ettiği zaman ona karşılık veren, hastalık, fakirlik ve benzeri sıkıntıları gideren, sizleri birbirinizin ardından nesilden nesile yeryüzünde halifeler kılan (Allah) mı? Yoksa bunları Allah’la beraber yapan başka bir mabut mu vardır? Hayır, ne kadar da az öğüt alıyosunuz.
(Ortak koştuklarınız mı hayırlı) Yoksa karanın ve denizlerin karanlığında sizin için diktiği işaret ve yıldızlarla yol gösteren, kullarına rahmet ederek yağmurun yağmasından önce müjdeleyici rüzgârları gönderen (Allah) mı? Yoksa bunları Allah’la beraber yapan başka bir mabut mu vardır? Yüce Allah, kendisine ortak koşulan her şeyden münezzeh ve mukaddestir.
(Onlar mı hayırlı) Yoksa rahimlerde aşama aşama yaradılışı başlatan, sonra da ona öldürdükten sonra tekrar hayat veren, sizleri kendi katından gökyüzünden yağmur yağdırarak ve yeryüzünden orada bitirdiği bitkilerle sizi rızıklandıran (Allah) mı hayırlıdır? Yoksa Allah’la beraber başka bir mabud mu yapıyor bunları? -Ey Peygamber!- O müşriklere de ki: “Üzerinde olduğunuz şirke dair iddia ettiğiniz şeyde hak üzere olduğunuz konusunda doğru söylüyorsanız kanıtlarınızı getirin."
-Ey Peygamber!- De ki: "Göklerde olan melekler ve yerde olan insanlardan hiç kimse gaybı bilemez. Sadece Yüce Allah, onu bilir. Ayrıca göklerde ve yerde olanların hiçbirisi karşılıklarını almak üzere Yüce Allah’ın huzurunda ne zaman yeniden diriltileceklerini bilemezler."
Yoksa onların ahiret hakkındaki bilgileri art arda geldi de, böylece onun hakkında kesin bir inanç sahibi mi oldular? Bilâkis onlar, ahirete dair şüphe ve hayretler içindedirler. Bilâkis onların ahirete dair gözleri körleşmiştir.
Kâfirler inkâr ederek şöyle dediler: “Ölüp, toprak olduktan sonra canlı olarak tekrar dirilmemiz hiç mümkün mü?''
Muhakkak hepimizin yeniden dirileceği, bize ve daha önce yaşamış atalarımıza vadedilmişti. Biz bu vaadin gerçek olduğunu düşünmüyoruz. Hepimize vadedilen bu vaat, eskilerin kitaplarında yazdıkları yalanlarından başka bir şey değildir.
-Ey Peygamber!- Öldükten sonra yeniden dirilişi inkâr edenlere de ki: “Yeryüzünün her tarafına gidin ve yeniden dirilişi yalanlayan mücrimlerin sonlarının nasıl olduğuna dikkatlice bir bakın. Bunu yalanlamaları sebebiyle onları helâk ettik.''
Müşriklerin senin davetinden yüz çevirmelerine üzülme! Kurdukları tuzaklarından ötürü de için daralmasın! Yüce Allah, onlara karşı sana yardım edecektir.
Kavminden yeniden dirilişi inkâr eden kâfirler, aceleci davranarak şöyle diyorlar: “Eğer bu konuda vaadinizde/tehdidinizde doğru söylüyorsanız, sen ve Mü'minlerin bize vadettiği azap ne zaman gerçekleşecek?''
-Ey Peygamber!- Onlara de ki: “Belki de acele ettiğiniz azabın bir bölümü size çok yaklaşmıştır.''
-Ey Peygamber!- Şüphesiz Rabbin, onlardan küfür ve günah üzere olanlara, hemen ceza göndermemektedir. Zira O, insanlara karşı çok lütuf sahibidir. Fakat insanların çoğu verdiği nimetlere karşılık Allah Teâlâ’ya şükretmezler.
Şüphesiz Rabbin, kullarının kalplerinde gizlediklerini de açığa vurduklarını da bilir. Bundan hiçbir şey O'na gizli kalmaz.Tüm insanlara bundan dolayı karşılıklarını verecektir.
Göklerde ve yeryüzünde insanlara gizli kalan her bir şey, muhakkak Levh-i Mahfuz olarak isimlendirilen o apaçık kitapta bulunmaktadır.
Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'e indirilen bu Kur'an, İsrâiloğulları'nın hakkında ihtilaf ettikleri konuların birçoğunu anlatmakta ve onların yoldan çıktıklarını açığa çıkarmaktadır.
Muhakkak o, içinde gelenlerle amel eden Mü'minler için bir hidayet ve rahmettir.
-Ey Peygamber!- Muhakkak Rabbin, kıyamet günü Mü'min ve kâfiriyle bütün insanlar arasında adil olan hükmüyle hükmedecektir. Mü'minlere merhamet, kâfirlere ise azap edecektir. O, düşmanlarından intikam alan izzet sahibidir. O'na kimse galip gelemez. O, hak sahibi ile haksız olan kimsenin kendisine asla gizli/kapalı kalmayacağı el-Alîm'dir/herşeyi hakkıyla bilendir.
Öyleyse Allah’a tevekkül et ve bütün işlerinde O'na dayan. Muhakkak sen, apaçık hak üzerine bulunuyorsun.
-Ey Peygamber!- Şüphesiz sen, Yüce Allah’a iman etmeyip, küfürleri sebebiyle kalpleri ölmüş olan ölülere asla duyuramazsın. Senden yüz çevirip, arkalarını dönen, işitme duyusunu kaybetmiş kimselere de davetini duyuramazsınız.
Sen, hakka karşı gözleri kör olmuş kimselere hidayet edecek değilsin. Onlar için üzülme ve kendini yorma. Senin davetini ancak, Yüce Allah’ın emirlerine boyun eğmiş ayetlerimize iman etmiş olanlar işitirler.
Küfür ve günahlarda ısrar etmelerinden ötürü onların üzerine azap gerekip sabit olduğunda ve insanların sadece en şerlileri geride kaldığında, kıyamet saati yaklaştığı zaman kıyametin büyük alametlerinden birini onlar için çıkartırız. O alamet, yerden çıkan dabbe (yaratık) dir. Onların anlayacağı bir dilde onlara: “İnsanlar, Peygamberimize indirilmiş ayetlerimizi tasdik etmiyorlardı.” der.
-Ey Peygamber!- Ümmetlerden ayetlerimizi yalanlayanların önde gelenlerinden oluşan her bir topluluğu bir araya topladığımız o günü zikret. Onların ilkinden sonuncusuna kadar hepsi bir arada tutulur ve ardından hesap/sorgu için sevkedilirler.
Bu kimseler hesap verecekleri yere gelene kadar sürülüp, sevkedilirler ve Allah Teâlâ onları azarlayarak şöyle der: "Benim birliğime delalet eden ve hükümlerimi içeren ayetlerimi, batıl olduklarına dair bir bilgiye ulaşmadığınız halde nasıl oldu da yalanladınız? Yahut bu ayetleri onaylama veya yalanlama konusunda ne yapıyordunuz?"
Onlar, Allah ve ayetlerine (iman etmeyip) küfre düşerek yaptıkları zulümlerinden ötürü azap gördüler. Konuşmaktan aciz ve kanıtlarının geçersiz olmasından dolayı kendilerini savunmak için ağızlarını açıp, konuşamazlar.
Yeniden dirilişi inkâr edenler, geceyi onların uykuyla sükûnet bulması için, gündüzü ise görsünler ve işlerine koştursunlar diye aydınlık kıldığımıza bakmazlar mı? Muhakkak bu sürekli tekrar eden ölümde ve ardından gelen dirilişte iman eden topluluklar için apaçık deliller vardır.
-Ey Peygamber!- Sûr'a üflemekle görevlendirilmiş meleğin ona ikinci defa üfleyeceği gün, ondan bir lütuf olarak Allah’ın korkmaktan müstesna kıldığı kimseler dışında, göklerde ve yeryüzünde bulunan herkesin dehşete kapılacağını hatırla. Bütün mahlûkat o gün, Allah Teâlâ’ya itaat ederek ve boyun eğerek geleceklerdir.
O gün, hareketsiz sabit olduklarını zannettiğin dağlar görürsün. Oysa onlar gerçekte, bulutların ilerlediği gibi süratle akıp giderler. İşte Allah’ın yapması böyledir. Dağları hareket ettiren Yüce Allah’tır. Şüphesiz O, bütün yaptıklarınızdan haberdardır. Yaptıklarınızdan hiçbir şey O'na gizli kalmaz. Ona karşılık olarak sizi mükâfatlandıracaktır.
Her kim, kıyamet günü iman ve salih amelle gelirse, ona Cennet vardır ve bu kimseler, kıyamet gününün dehşetinden, Allah’ın emin kılması sayesinde güven içindedirler.
Her kim de küfür ve günahlarla gelirse, onun için yüzleri üzerine içine atılacağı Cehennem ateşi vardır. Azarlanıp, tahkir edilerek onlara şöyle denir: "Sizler dünya hayatında küfür ve günah olarak işlemiz olduklarınızdan başka bir şeyle mi karşılık göreceksiniz.?"
-Ey Peygamber!- Onlara de ki: "Ben, içinde kan akıtılmayı, zulmetmeyi, av hayvanının öldürülmesini ve ağaçların kesilmesini haram kılan Mekke’nin Rabbine ibadet etmekle emrolundum. Bütün her şeyin mülkü Allah -Subhanehu ve Teâlâ-‘ya aittir. Ayrıca Yüce Allah’a teslim olmak ve O'na itaat edip boyun eğmekle emrolundum.
Ve insanlara Kur'an okumakla emrolundum. Kim onun hidayetiyle hidayet bulur ve içinde bulunanlarla amel ederse, onun hidayetinin faydası kendisi içindir. Doğru yoldan sapıp, bu kitabın içinde bulunan hayırdan yüz çeviren ve inkârda bulunan, getirdikleriyle amel etmeyen kimselere de şöyle de: "Hiç şüphesiz ben sadece sizi, Allah’ın azabına karşı uyaranlardan bir uyarıcıyım. Sizin hidayet bulmanız benim elimde değildir."
-Ey Peygamber!- De ki: “Allah’ın sayılamayacak kadar çok olan nimetlerine hamd olsun. Allah size, sizin nefislerinizde, göklerde, yeryüzünde ve vermiş olduğu rızıklarda ayetlerini/delillerini gösterecektir. Sizler bunları hakkıyla tanıyıp bileceksiniz. Bunu bilmeniz sizi hakka ittiba etmeye yönlendirecek” Rabbin yaptıklarınızdan gafil değildir. Bilakis O, herşeyi bilir, ve yaptıklarınızın tümünden haberdardır. Hiçbir şey O'na gizli kalmaz. Sonunda yaptıklarınıza karşılık olarak size karşılığınızı verecektir.
Icon