ترجمة سورة الأعراف

الترجمة التركية للمختصر في تفسير القرآن الكريم
ترجمة معاني سورة الأعراف باللغة التركية من كتاب الترجمة التركية للمختصر في تفسير القرآن الكريم .
من تأليف: مركز تفسير للدراسات القرآنية .

Bu hususta benzer bir açıklama Bakara Suresi'nin başında zikredilmiştir.
-Ey Rasûl!- Kur’an-ı Kerim, Allah’ın sana indirdiği bir kitaptır. Kalbinde sakın ona dair bir sıkıntın ve şüphen olmasın. İnsanları onunla korkutasın, onlara hüccet ikame edesin ve Mü'minlere öğüt veresin diye onu sana indirdi. Zira onlar, öğütten faydalanan kimselerdir.
-Ey insanlar!- Rabbinizin üzerinize indirdiği kitaba ve peygamberinizin sünnetine uyun. Şeytanlardan dost olarak gördüklerinizin veya kötü din adamlarının heveslerine uymayın. Onların heveslerinin emrettikleri şeyler sebebiyle üzerinize indirileni bir kenara bırakıp terk ederek onları veli ediniyorsunuz. Sizler ne kadar da az öğüt alıyorsunuz. Şayet öğüt alsaydınız hak olmayanı, hakka tercih etmez ve peygamberinizin size getirdiğine tabi olur, onunla amel ederdiniz. Bunun dışında kalanları da terk ederdiniz.
Pek çok şehirleri küfür ve sapıklıklarında ısrar etmelerinden ötürü azabımızla helâk ettik. Gece veya gündüz gaflet halinde oldukları bir sırada üzerlerine şiddetli azabımız iniverdi. Ne onlar, ne de onların sözde ilahları başlarına gelen bu azabı onlardan uzaklaştırmayı başaramadılar.
Azabın indirilmesinin ardından kendilerinin Allah’ı küfreden zalim kimseler olduklarını ikrar etmekten başka bir şey yapamadılar.
Peygamberlerimizi gönderdiğimiz topluluklara, kıyamet günü peygamberlere nasıl karşılık verdiklerini mutlaka soracağız. Peygamberlere de tebliğ edilmesi emredilenlerin tebliğ edilip edilmediğini ve ümmetlerinin onlara nasıl karşılık verdiklerini muhakkak soracağız.
Sonra da bütün mahlûkata onlar hakkında sahip olduğumuz bilgiyle dünyada yaptıkları amellerini haber vereceğiz. Biz, onların bütün amellerini biliyorduk, onlardan hiçbir şey bize gizli kalmadı, biz de onlardan hiçbir vakit habersiz değildik.
Kıyamet günü amellerin tartılması, zulüm ve haksızlık barındırmayan bir adaletle olacaktır. Her kimin iyilik kefesi, kötülük kefesine ağır basarsa; işte onlar istediklerini kazanmış ve kaçtıklarından kurtulmuşlardır.
Tartılma esnasında kimin de kötülük kefesi iyilikler kefesine ağır basarsa, işte onlar Allah’ın ayetlerini inkâr etmeleri sebebiyle nefislerini kıyamet günü helâk yollarına sokarak kendilerini hüsrana uğratmış olanlardır.
-Ey Âdemoğulları!- Şüphesiz sizleri, yeryüzüne yerleştirdik ve sizler için orada yaşam koşulları var ettik. Buna karşılık Allah’a şükretmeniz gerekirdi, fakat şükrünüz çok azdı.
-Ey insanlar!- Biz önce babanız Âdem'i yarattık, sonra ona en güzel surette ve en güzel biçimlendirmeyle şekil verdik. Sonra da ona değer verilmesi için meleklere Adem'e secde etmelerini emrettik. İblis hariç, onlar da emrimizi yerine getirerek hemen ona secde ettiler. O ise, kibirlenerek ve inat ederek secde etmeyi reddetti.
Allah Teâlâ İblis'i azarlayarak şöyle buyurdu: “Sana, Âdem’e secde etmeni emrettiğim emrimi yerine getirmene ne engel oldu?” İblis Rabbine cevap olarak dedi ki: “Benim ondan daha üstün olmam, bana engel oldu. Sen, beni ateşten; onu ise çamurdan yarattın. Ateş, çamurdan daha değerlidir.”
Yüce Allah ona dedi ki: “Öyleyse Cennet'ten çık git. Senin orada büyüklenmeye hakkın yoktur. Çünkü orası tertemiz arınmış kimselerin yurdudur. Artık senin orada bulunman sana caiz değildir. -Ey İblis!- Sen kendini Âdem’den daha değerli görsen bile, doğrusu sen alçak aşağılık birisin.”
İblis dedi ki: "Ey Rabbim! Bana yeniden diriliş gününe kadar mühlet ver ki, insanlardan yoldan çıkarmayı başarabildiğimi yoldan çıkarayım.”
Yüce Allah ona dedi ki: "Ey İblis! Sen, bütün mahlûkatın öleceği ilk sura üfleme gününe dek kendisine ölümün yazıldığı mühlet verilen kimselerden birisin. O gün yalnızca bütün canlıların yaratıcısı olan Allah kalacaktır.”
İblis de şöyle dedi: " Âdem'e secde etme emrini yerine getirmediğim için beni saptırmana karşılık, Ademoğlu için senin dosdoğru yolunun üzerine oturup, babaları Âdem'e secde etmekten saptığım gibi onları da o yoldan saptıracağım ve çevireceğim.”
“Sonra ahireti terk ettirip, dünyaya karşı rağbet vererek, şüpheler atarak ve arzularını güzel göstererek onlara her yönden yanaşacağım. -Ey Rabbim!- Onlara dikte ettiğim küfürden ötürü, onların çoğunu sana şükredenlerden bulamayacaksın.”
Yüce Allah ona şöyle dedi: “Ey İblis! Kınanmış ve Allah’ın rahmetinden kovulmuş biri olarak Cennet'ten çık. Kıyamet günü Cehennem'i mutlaka sen ve sana uyan, sana itaat eden ve de Rabbinin emrine karşı gelen herkesle dolduracağım."
Allah, Âdem’e şöyle dedi: "Ey Âdem! Sen ve eşin Havva Cennet'e yerleşin. İçinde bulunan tertemiz yemeklerden dilediklerinizi yiyin, fakat sakın bu ağaçtan (Allah’ın onlar için belirlediği bir ağaçtır) yemeyin. Eğer size yasaklamış olmamın sonrasında bu ağaçtan yerseniz, Allah’ın sınırlarını aşan kimselerden olursunuz.
İblis, onların örtünmüş mahrem yerlerini açığa çıkarmak için onlara gizlice fısıldayarak dedi ki: "Allah, sizin bir melek olmanızı ve Cennet'te ebediyen kalmanızı istemediği için size bu ağaçtan yemenizi yasakladı."
Ve onlara: "Ey Âdem ve Havva! Muhakkak ben size gösterdiğim bu hususta sadece nasihat ediyorum." diyerek Allah adına yemin etti.
Böylece bir kandırmaca ve aldatmayla onları içinde bulundukları makamdan aşağı indirdi. Onlar, yasaklanan bu ağacın meyvesinden yiyince mahrem yerleri açılarak göründü. Onlar da mahrem yerlerini örtmek için üzerlerine Cennet'in yapraklarından örtmeye başladılar. Rableri o ikisine seslenerek dedi ki: "Ben, ikinize bu ağaçtan yemenizi yasaklamamış mıydım? İkinizi uyararak Şeytan'ın, sizler için apaçık bir düşman olduğunu söylememiş miydim?"
Âdem ve Havva dedi ki: "Ey Rabbimiz! Meyvesini yememizi yasakladığın ağaçtan yiyerek kendimize zulmettik. Eğer sen bizim günahlarımızı bağışlamaz ve rahmetinle merhamet etmezsen, bizler dünyada ve ahiretteki nasibimizi kaybederek hüsrana uğramışlardan oluruz.”
Allah; Âdem, Havva ve İblis'e şöyle dedi: "Cennet'ten yeryüzüne inin bakalım. Sizler birbirinizin düşmanı olacaksınız. Artık yeryüzü belli bir vakte kadar sizin için bir yerleşme yeridir. Belirli bir vakte kadar orada bulunan nimetlerden faydalanın.”
Allah, Âdem, Havva ve zürriyetine hitap ederek şöyle dedi: “Bu yeryüzünde Yüce Allah’ın sizin için takdir ettiği kadar bir süre yaşayacak ve orada öleceksiniz. Sonra orada defnedileceksiniz ve orada bulunan kabirlerinizden yeniden dirilmek için çıkartılacaksınız.”
Ey Âdemoğlu! Sizlere mahrem bölgenizi örtmeniz için kesinlikle zaruri olan elbiseler ve de insanlar arasında süslenip güzelleştiğiniz tamamlayıcı elbiseler kıldık. Allah’ın emirlerini yerine getirmek ve yasaklarından sakınmak olan takva elbisesi ise bu somut elbiselerden daha da hayırlıdır. İşte bu zikredilen elbiseler, Allah'ın kudretine delalet eden ayetlerindendir. Umulur ki, onun sizler üzerine olan nimetlerini hatırlar ve ona şükredersiniz.
Ey Âdemoğlu! Şeytan size, günahları güzel göstererek mahrem yerleri örten bedensel elbiselerden veya takva elbisesinden sıyırarak sakın aldatmasın. Muhakkak o, daha önce sizin ebeveynlerinizi de ağaçtan yemeyi güzel göstererek kandırmıştı. Bunun neticesinde o ikisi de Cennet'ten çıkarılmış ve mahrem yerleri açılarak görünmüştü. Muhakkak şeytan ve zürriyeti sizleri görüyor ve izliyorlar. Oysa sizler onları göremiyor ve izleyemiyorsunuz. Öyleyse sizin, ona ve zürriyetine karşı çok dikkatli olmanız gerekir. Muhakkak biz, Şeytanları Allah’a iman etmeyenlerin dostları kıldık. Nitekim onların, salih amel işleyen Mü'minler üzerinde hiçbir gücü yoktur.
Müşrikler; şirk koşmak, Kâbe’yi çırılçıplak tavaf etmek ve benzeri son derece çirkin işleri yapınca, atalarını bunları yaparken bulduklarını ve Yüce Allah’ın kendilerine bunu emrettiğini mazeret olarak sunarlar. -Ey Muhammed!- Onlara cevap olarak de ki: "Allah asla günah işlemenizi emretmez. Bilakis bunu size yasaklar. Nasıl olur da Ona karşı bunu iddia edersiniz? -Ey müşrikler!- Allah adına bilmediğiniz, yalan ve iftira olan şeyler mi söylüyorsunuz?"
-Ey Muhammed!- O müşriklere de ki :"Şüphesiz Allah, adaletli olmayı emreder. Hayâsızlığı ve çirkin şeyleri ise asla emretmez. Özellikle mescitlerde yapılan ibadetler olmak üzere, bütün ibadetleri sadece Allah'a has kılmayı, ibadetleri sadece O'na yapmayı ve bir tek O'na dua etmenizi emreder. O sizi, ilk başta yoktan yarattığı gibi, tekrar diri olarak tekrardan döndürecektir. Sizleri yoktan var etmeye kadir olan, sizleri tekrar geri döndürmeye ve yeniden diriltmeye de kadirdir.
Doğrusu Allah, insanları iki grup kılmıştır. Sizlerden bir gruba doğru yolu göstererek onlara hidayeti kolaylaştırmış ve bunun önündeki engelleri de ortadan kaldırmıştır. Diğer grubun ise doğru yoldan sapmaları gerekli olmuştur. Çünkü onlar, Allah’ın dışında Şeytanları dostlar edindiler. Kendilerinin doğru yolda olduklarını zannederek cahilce ona boyun eğdiler.
Ey Âdemoğlu! Namaz ve tavaf esnasında mahrem yerlerinizi örten, kendisi ile güzelleştiğiniz tertemiz elbiseler giyinin. Allah’ın helâl kıldığı temiz olan şeylerden dilediğinizi yiyin ve için. Sakın belirlenen mutedil sınırları aşmayın. Sakın helalleri aşıp haramlara bulaşmayın. Şüphesiz Allah, mutedil sınırları aşan kimseleri sevmez.
-Ey Rasûl!- Elbise, temiz yemekler ve diğer şeyler arasından Allah’ın helal kıldıklarını haram kılan müşriklere cevap olarak de ki: “Sizler için bir ziynet olan elbiseleri size kim haram kıldı? Allah’ın sizleri rızıklandırdığı tertemiz yiyecekleri, içecekleri ve diğer şeyleri size kim haram kıldı?” -Ey Rasûl!- De ki: "Muhakkak bu temiz şeylerden dünyada başkaları faydalanıyor olsa da, kıyamet günü yalnızca Mü'minlere has olacaktır. Kâfirler onlar gibi yararlanamayacaklardır. Çünkü Cennet, kâfirlere haram kılınmıştır." İşte bu ayrıntı gibi anlayıp, idrak eden topluluklar için ayetlerimizi kapsamlı bir şekilde açıklıyoruz. Çünkü bu ayetlerden sadece onlar faydalanmaktadır.
-Ey Rasûl!- Allah’ın helâl kıldıklarını haram kılan o müşriklere de ki: “Muhakkak Allah, kullarına fuhşiyatı haram kılmıştır. Bunlar açıktan ve gizliden işlenen çok çirkin günahlardır. Yüce Allah bütün günahları, insanların kanlarına, mallarına ve ırzlarına haksızca sarkıntılık edip, saldırmayı da haram kıldı. Sizlere, hiçbir deliliniz olmadığı halde, Allah’tan başkasını Ona ortak koşmanızı da haram kıldı. Ayrıca Allah’ın isimleri, sıfatları, yaptığı işler ve şeriati hakkında ilim sahibi olmaksızın söz söylemenizi de haram kıldı.”
Her nesil ve milletin belirli bir süresi ve ecellerinin bir vadesi vardır. Onların takdir edilen vadeleri geldiği zaman az bir süre dahi olsa onu ne geciktirebilirler, ne de öne alabilirler.
Ey Âdemoğlu! İnsanlara indirdiğim kitaplarımı sizlere okuyan, kendi içinizden size gönderdiğim peygamberlerim sizlere gelirse, onlara itaat edin ve getirdiklerine uyun. Allah’ın emirlerini yerine getirip yasaklarından sakınarak Allah'tan korkan ve amellerini ıslah edenlere kıyamet günü herhangi bir korku yoktur. Onlar, elde edemedikleri dünya lezzetlerinden ötürü üzülecek de değillerdir.
Peygamberler tarafından getirilen ayetlerimizi yalanlayan, onlara iman etmeyen ve kibirlenerek büyüklük taslayan kâfirler ise, Cehennem ashabıdır. Ebediyen orada kalacak ve oraya yerleşeceklerdir.
Allah’a bir ortak, bir noksanlık veya söylemediği bir sözü nispet ederek, yalan sözlerle iftira eden veya doğru yoluna ileten açık ayetlerini yalanlayan kimseden daha zalim hiç kimse yoktur. Bunlarla nitelenen o kimseler Levh-i Mahfuz'da kendilerine yazılmış olan dünya lezzetlerinden hazlarına nail olacaklardır. Nihayet ölüm meleği ve meleklerden yardımcıları ruhlarını kabzetmek üzere onlara gelince onları kınamak için, “Allah’ın dışında ibadet ettiğiniz ilahlarınız nerede? Sizlere bir fayda vermesi için haydi onları çağırın.” derler. Müşrikler meleklere, “Doğrusu ibadet ettiğimiz ilahlarımız bizden gitti ve ortadan kayboluverdi. Onlar neredeler bilmiyoruz.” diyerek kendilerinin kâfir olduklarını ikrar ederler. Fakat onların bu itirafı, o zaman onların aleyhine bir delil olur. Onlara bir fayda vermez.
Melekler onlara: "Ey müşrikler! Sizlerden önce küfür ve dalalet üzerine olan cin ve insanlardan geçmiş milletlerin topluluğuyla beraber Cehennem ateşine girin bakalım.” derler. O milletlerden her bir millet Cehennem'e girdiğinde kendilerinden önce gelen diğer millete lanet eder. Nihayet orada karşı karşıya gelip hepsi bir araya toplanınca oraya en son giren sefil takipçiler, ileri gelen önderleri için “Ey Rabbimiz! Bunlar bizleri doğru yoldan saptıran önderlerimizdir. Sapıklığı bizlere süslü gösterdikleri için onları kat kat arttırılmış bir cezayla cezalandır.” derler. Allah onlara cevap olarak der ki: “Sizlerden her bir gruba kat kat artırılmış azaptan bir nasip vardır. Fakat siz bunu bilmiyorsunuz ve idrak etmiyorsunuz.”
Kendilerine ittiba edilenlerin ileri gelenleri kendilerine ittiba edenlere şöyle dediler: "Ey takipçiler! Sizlerin bizim üzerimize azabın sizlerden hafifletilmesine dair hak ettiğiniz bir üstünlüğünüz yoktur. Ölçü, işlediğiniz amellerden elde ettiklerinizdir. Sizlerin batıla ittiba etmiş olmanızın herhangi bir mazereti yoktur. Ey takipçiler! Siz de bizim tattığımız gibi, küfür ve günahlardan kazandıklarınız sebebiyle tadın azabı!”
Şüphesiz bizim apaçık ayetlerimizi yalanlayanlar, onları yerine getirmekten ve onlara boyun eğmekten büyüklenenler bütün hayırlara karşı ümitsizlik içindedir. Küfürleri sebebiyle amelleri ve öldükleri zaman da ruhları için gökyüzünün kapıları asla açılmaz. Onlar, hayvanların en büyüklerinden biri olan devenin nesnelerin en darı olan iğnenin deliğinden geçinceye kadar, asla Cennet'e giremezler. Bu ise imkânsızdır. Bununla onların Cennet'e girmelerinin imkânsız olduğu ifade edilmektedir. İşte Allah, günahları çok büyük olan kimseleri böyle cezalandırır.
Kibirlenerek yalanlayan o kâfirler için, Cehennem'de üzerinde yatacakları ateşten döşekler ve onların üstlerine de ateşten bir örtü vardır. İşte biz, Allah'ı küfrederek ve O'ndan yüz çevirerek sınırlarını aşanları böyle bir cezayla cezalandırırız.
Rablerine iman ederek güçleri yettiğince salih amel işleyenler ise, –Allah, hiç kimseye gücünün yettiğinin üzerinde sorumluluk yüklemez- onlar Cennet ahalisidir. Orada ebediyen kalmak üzere oraya girerler.
Allah’ın, o kimselerin kalplerinden nefret ve kini söküp çıkarması Cennet'te onlara bahşedeceği nimetin tamamındandır. Nehirleri onların ayaklarının altından akıtır ve onlar, Allah’ın üzerindeki nimetlerini kabul ederek şöyle derler: “Bizi salih amellere muvaffak kılarak bu makama nail kılan Allah’a hamd olsun. Eğer Allah bizi muvaffak kılmasaydı bizler kendi kendimize muvaffak olacak değildik. Rabbimizin peygamberleri içinde şüphe barınmayan, vaatlerinde ve tehdit ettiklerinde doğru olan hak ile geldi.” Onlara bir münadi seslenerek: “Peygamberlerimin dünyada sizlere haber verdikleri işte bu Cennet'tir. Allah sizleri, Allah’ın yüzünü görmek isteyerek yapmış olduğunuz salih amellere karşılık bu mükâfatla mükâfatlandırdı.” der.
Kalıcı olan Cennet ehli, kalıcı olan Cehennem ehline her birinin kendisi için hazırlanmış makamlara girmesinin ardından şöyle seslenir: “Muhakkak biz, Rabbimizin bize Cennet'te vadettiklerini hakikaten gerçekleşmiş olarak bulduk. O, bizi Cennet'e soktu. Ey kâfirler! Sizler de, Allah’ın size vadettiklerini Cehennem'de gerçekleşmiş olarak buldunuz mu?” Kâfirler dediler ki: “Bizler de Cehennem'de ne vadedilmişse hakikaten bulduk.” Bir münadî, zalimlerin Allah’ın rahmetinden kovulmasını isteyerek seslenir. Oysa onlara, dünya hayatında rahmet kapıları açılmıştı, fakat onlar yüz çevirmişlerdi.
O zalimler, Allah’ın yolundan kendileri yüz çevirdiği gibi başkalarını da yüz çevirmeye sürüklerler. İnsanlar o yola girmesinler diye hak yolun eğri olmasını arzu ederler. Onlar ahirete hazırlık yapmaz ve o günü inkâr ederler.
Bu iki grup arasında; Cennet ve Cehennem ashabı arasında A'raf adı verilen yüksekçe bir sur vardır. Bu yüksek surların üzerinde iyilikleri ve kötülükleri eşit seviyede kalmış adamlar vardır. Bunlar Cennet ashabını yüzlerinin beyazlığı gibi alametlerinden tanırlar. Cehennem ashabını da yüzlerinin siyahlığı gibi alametlerinden tanırlar. Bu adamlar Cennet ahalisine seslenip onlara ikram olarak şöyle derler: “Sizlere selam olsun!” O vakit Cennet ashabı, henüz Cennet'e girmemiştir. Onlar Allah’ın rahmetiyle Cennet'e girmeyi umut ederler.
A'raf ashabının bakışları Cehennem ashabına çevrilip onların içinde bulundukları şiddetli azabı gördüklerinde Allah’a dua ederek şöyle derler: "Ey Rabbimiz! Bizleri, seni inkâr eden ve sana ortak koşan zalimler topluluğuyla beraber kılma!"
A'raf’ta bulunanlar, Cehennem ashabından yüzlerinin siyahlığı ve gözlerinin maviliği gibi, alametlerinden bildikleri kâfir kimselere seslenerek onlara şöyle derler: “Mallarınız ve adamlarınızın çokluğu size bir fayda vermedi. Haktan büyüklenerek ve kibirlenerek yüz çevirmeniz de size bir fayda vermedi.”
Allah Teâlâ, kâfirleri kınayarak onlara şöyle der: “Sizlerin, Allah’ın katından bir rahmete nail olmayacaklarına dair yemin ettikleriniz bu kimseler mi? Allah, Mü'minlere de şöyle der: "Ey müminler! Artık Cennet'e girin! Karşılaşacak olduğunuz şeylerde sizler için bir korku yoktur ve de karşılaştığınız kalıcı nimetlerden ötürü dünya hazlarından kaçırdıklarınız adına da üzülmeyeceksiniz."
Cehennem ashabı Cennet ashabına seslenir, onlardan istekte bulunur ve şöyle derler: "Ey Cennet ashabı! Bize su verin veya Allah’ın sizlere verdiği rızıklardan bizlere de göndererek ihsanda bulunun.” Cennet ashabı ise onlara şöyle diyerek cevap verir: “Muhakkak Allah, küfürleri sebebiyle o ikisini kâfirlere haram kıldı. Bizler Yüce Allah’ın sizlere haram kıldığı şeyleri sizlere vererek ihtiyacınızı karşılamayacağız.”
Bu kâfirler, dinlerini alay ve eğlence kılmış, dünya hayatının süs ve ziynetleri onları aldatmıştır. Kıyamet günüyle karşılaşmayı unuttukları ve onun için çalışmadıkları gibi kıyamet günü de Allah onları unutacak ve onları azap görür bir halde terk edecektir. Onlar, Allah’ın burhan ve kanıtlarını inkâr ettikleri ve hak olduklarını bildikleri halde kâfir oldukları için hazırlık yapmadılar.
Şüphesiz biz onlara, Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'e indirilmiş bu kitabı gönderdik. Bu kitapta beyan edip, açıkladıklarımızı bir ilim üzere ortaya koyduk. Zira Kur'an-ı Kerim Mü'minler için rüşt ve hak yoluna hidayet eden bir rehber ve içinde bulundukları sapıklıklardan dünya ve ahiret hayırlarına çıkaran bir rahmettir.
Kâfirler, yalnızca hakikati ahirette ortaya çıkacak ve önceden kendilerine haber verilmiş olan elem verici azabın gerçekleşmesini beklemektedirler. Onlara geleceği bildirilmiş ve Mü'minlere mükâfat olunacağı haber verilmiş gün geldiğinde, dünyada Kur’an’ı unutanlar ve bildirdikleriyle amel etmeyenler “Şüphesiz Rabbimizin peygamberleri, Allah’ın katından olduğuna dair hiçbir kuşku ve hiçbir şüphe bulunmayan hak ile gelmişlerdi. Keşke aracılarımız olsa da, bizlerin azabını affetmesi için Allah’ın katında bize şefaat etseler. Veyahut keşke yapmış olduğumuz kötülüklerin yerine bizleri kurtaracak salih ameller işlemek için dünya hayatına geri dönsek.” derler. O kâfirler, küfürleri sebebiyle kendilerini helak olma yollarına sunarak hüsrana uğramışlardır. Allah’ın dışında ibadet ettikleri ise ortadan kaybolarak onlara bir fayda vermezler.
Ey insanlar! Muhakkak gökleri ve yeryüzünü emsalsiz olarak altı günde yaratan Rabbiniz Allah’tır. Ardından Allah -Subhanehu ve Teâlâ- keyfiyetini tam olarak idrak edemediğimiz, celâline yakışan bir yükselişle arşın üzerine yükseldi. O, gecenin karanlığını gündüzün ışıklarıyla ve gündüzün aydınlığını gecenin karanlığıyla giderir. İkisi de birbirinin hızlıca ardına düşer. Böylece ondan geri kalmaz, biri gittiğinde diğeri gelir. Allah -Subhanehu ve Teâlâ- Güneş'i, Ay'ı ve yıldızları boyun eğmiş hizmete amade olarak yarattı. Dikkat edin! Bütün yaratma bir tek Allah’a aittir. Ondan başka kim yaratabilir? Bütün işler bir tek ona aittir. Onun hayrı çok büyük, ihsanı çok fazladır. O, celâl ve kemâl sıfatlarıyla nitelenmiş âlemlerin Rabbidir.
-Ey Mü'minler!- Rabbinize dua ederken, eksiksiz bir itaat, gizli olarak, alçak gönüllülükle dua edin. Dua ederken ihlasla, gösteriş yapmadan dua edin ve O'na başkasını ortak koşmayın. Şüphesiz O, dua ederken sınırlarını aşanları sevmez. Dua ederken koyduğu sınırları aşmanın en büyüklerinden bir tanesi de, müşriklerin yaptığı gibi, dua ederken kendisiyle birlikte O'ndan başkasına dua etmektir.
Yüce Allah’ın, peygamberleri -aleyhimusselam- göndererek ıslah etmesinin ve bir tek O'na itaat etmek üzere orayı imar etmesinin ardından günah işleyerek yeryüzünü ifsat etmeyin. O'nun azabına karşı korku hissederek ve mükâfatını elde etmeyi arzulayıp, bekleyerek, bir tek Allah’a dua edin. Şüphesiz Allah’ın rahmeti hayırsever kimselere çok yakındır. Öyleyse siz de onlardan biri olun.
Yağmurları müjdeleyen rüzgârları gönderen Allah -Subhanehu ve Teâlâ'dır. Rüzgârlar ağır sularla yüklü bulutları taşıyınca onları verimsiz diyarlara sürer ve o beldelere su indiririz. Bu suyla bütün ürün ve ekin çeşitlerinden çıkartıp, bitiririz. Bu şekilde ürünleri çıkardığımız gibi, ölüleri de kabirlerinden diri olarak çıkartırız. Ey insanlar! Bunu Allah’ın kudretini ve eşsiz yaratmasını hatırlamanızı umarak yaptık. Muhakkak Yüce Allah aynı şekilde ölüleri diriltmeye de kadirdir.
Güzel toprak, bitkilerini Allah’ın izniyle tam ve güzelce çıkartır. Mü'min kimse de böyledir. Öğüt dinler, ondan istifade eder ve bu durum salih amelle neticelenir. Çorak tuzlu toprak ise bitkisini ancak hiçbir hayır olmayan zorlukla çıkarır. Kâfirler de böyledir. Öğütlerden faydalanmaz ve bu durum kendisinin de faydalanacağı salih bir amelle neticelenmez. Allah’ın nimetlerine şükreden, onları inkâr etmeyen ve Rablerine itaat eden topluluklara hakkı ispat etmek için tıpkı bu benzersiz çeşitlilikte olduğu gibi kanıtları ve hüccetleri türlü türlü sunarız.
Muhakkak biz Nuh’u, Allah’ı tevhit etmeye ve O'ndan başkasına ibadet etmeyi terk etmeye davet etmek üzere peygamber olarak kavmine gönderdik. Nuh onlara şöyle dedi: "Ey kavmim! Bir tek Allah'a ibadet edin. Sizin ondan başka hak bir mabudunuz yoktur. Ey kavmim! Ben sizin için, küfürde ısrar etmeniz halinde çok büyük bir günün azabından korkuyorum.”
Kavminin ileri gelenleri ve liderleri ona dedi ki: "Ey Nuh! Şüphesiz biz seni apaçık bir şekilde doğrudan uzaklaşmış olarak görüyoruz."
Nuh, kavminin büyüklerine şöyle cevap verdi: “Ben, sizin ileri sürdüğünüz gibi bir sapkın değilim. Kuşkusuz ben, ancak Rabbimden bir hidayet üzereyim. Ben ancak benim, sizin ve tüm âlemlerin Rabbi olan Yüce Allah’ın sizlere gönderdiği bir peygamberim.”
Sizlere, Yüce Allah’ın bana vahyettiği dini tebliğ ediyor, O'nun emirlerini yerine getirmeye davet ediyorum. Sevap olan amellere teşvik ediyor, yasaklarını işlemenizden ve cezayı hak ettiren amellerden korkutuyorum. Böylece sizler için hayır istiyorum. Ben, Allah’ın bana vahiy yoluyla öğrettiği sizin bilmediğiniz şeyleri biliyorum.
Rabbinizden size, aranızdan bildiğiniz bir adamın diliyle bir vahiy ve nasihat gelmesine şaşırıp hayrete mi düştünüz? O, sizin aranızda yaşamış, yalancı, sapkın ve tanımadığınız başka bir tür kimse değildir. Yalanlamanıza ve isyankâr olmanıza karşı sizi Allah’ın azabından korkutmak, emirlerini yerine getirip, yasaklarından sakınarak takvalı olmanız için gelmiştir. O'na iman ettiğiniz zaman umulur ki rahmet edilirsiniz.
Kavmi ise onu yalanladı ve ona iman etmeyerek, küfürlerinde devam ettiler. O da Allah’a onları helak etmesi için dua etti. Biz de onu ve gemide onunla beraber olan Mü'minleri boğulmaktan kurtardık. Ayetlerimizi inkâr edenleri ve yalanlamaya devam edenleri de onlara ceza olarak gönderilen tufanda boğarak helak ettik. Onların kalpleri hakka karşı kördü.
Âd kavmine de içlerinden bir peygamber olan Hûd -aleyhisselam-‘ı gönderdik. Onlara: "Ey kavmim! Bir tek Allah’a ibadet edin. Sizin, ondan başka hak bir mabudunuz yoktur. Azabından kurtulmak için emirlerini yerine getirerek ve yasaklarından sakınarak ondan korkmaz mısınız?” dedi.
Kavminin Allah’ı küfredip, peygamberini yalanlayan ileri gelenleri ve büyükleri dediler ki: “Ey Hûd! Biz kesinlikle biliyoruz ki bizi bir tek Allah'a ibadet etmeye ve putlara ibadet etmeyi terk etmeye davet ederek, sen akılsızlığın ve deliliğin hafifliği içindesin. Biz, peygamber olduğuna dair bize yaptığın çağrında senin kesinlikle yalancı birisi olduğuna inanıyoruz.”
Hûd, kavmine cevap olarak şöyle dedi: "Ey kavmim! Bende bir akıl hafifliği veya delilik yok. Bilâkis ben âlemlerin Rabbinin bir peygamberiyim.”
Rabbimin bana kendisinin tevhit edilmesi ve şeriatından size bildirmemi emrettiklerini tebliğ ediyorum. Ben size tebliğ etmekle emrolunduğum şeyde güvenilir bir nasihatçiyim. Onlara herhangi bir şey eklemiyor veya eksiltmiyorum.
Rabbinizin, uyarmaları için melek ve cin türünden değil, bilakis sizlerden bir adamın diliyle size vahiy ve nasihatlerle bir peygamber göndermesine şaşırıp hayret mi ettiniz? Rabbinizin sizi yeryüzüne yerleştirmesine ve küfürleri sebebiyle helâk ettiği Nuh kavminin ardından sizi yeryüzünün halifeleri kılmasına hamd ve şükredin. Sizi; iri cüsseli, güçlü, şiddetli ve cesaret bakımından başkalarından üstün kıldığı için Allah’a şükredin. Muradını elde etmeyi ve korkulandan kurtulmayı ümit ederek, Allah’ın sizin üzerinize olan çok geniş nimetlerini anın.
Kavmi ona dedi ki: “Ey Hûd! Bize bir tek Allah’a ibadet etmemizi ve babalarımızın ibadet ettiklerini terk etmemizi emretmek için mi geldin? Eğer vadettiğinde doğru söylüyorsan, bize vadettiğin azabı getir bakalım.”
Hûd onlara cevap olarak şöyle dedi: “Kesinlikle Yüce Allah’ın azap ve gazabını üzerinize gerekli kıldınız. Böylece bu azap kaçınılmaz olarak üzerinizde gerçekleşecektir. Sizin ve babalarınızın ilah olarak isimlendirdiği hiçbir hakikati olmayan putlar hakkında mı benimle tartışıyorsunuz? İlah olduklarına dair iddia ettiğiniz husus hakkında Allah hiçbir delil indirmemiştir. Aceleyle istediğiniz azabı bekleyin bakalım. Ben de sizinle beraber bekliyorum. O, mutlaka gerçekleşecektir.”
Hûd -aleyhisselam- ve onunla beraber olan Mü'minleri katımızdan bir merhametle selamette kıldık. Ayetlerimizi yalanlayanları ve Mü'min olmayanları da helâk ederek yok ettik. Bilâkis onlar yalanlamalarından ötürü azaba müstahak oldular.
Semud kavmine de onları Allah’ı tevhit etmeye ve O'na ibadet etmeye davet etsin diye kardeşleri Salih’i gönderdik. Salih onlara dedi ki: “Ey kavmim! Bir tek Allah’a ibadet edin. Sizin ondan başka ibadet edilmeye layık mabudunuz yoktur. Muhakkak size getirdiğimin doğruluğuna dair Allah’tan apaçık bir ayet geldi. Kayadan çıkan bir deve şeklinde bu mucize gerçekleşti. Su içmesi için ona ait belli bir vakit, sizin için belli günlerde içeceğiniz belli bir vaktiniz vardır.Bu deveye dokunmayın, bırakın Yüce Allah’ın arzında yesin. Sizin, onun azığını karşılamak gibi bir yükümlülüğünüz yoktur. Ona hiçbir şekilde eziyet etmeyin. Yoksa ona eziyet etmeniz sebebiyle size elem verici bir azap isabet eder.
Yüce Allah Âd kavminin ardından sizleri yeryüzüne göndermiştir. Yüce Allah'ın bu nimetini sürekli anın. Faydalanmanız için sizleri onların topraklarına yerleştirdi ve böylece arzuladığınız şeyleri elde ettiniz. Bütün bunlar, Âd kavminin küfürde ve yalanlamada ısrar etmesi sebebiyle helak olmasının ardından gerçekleşti. Yeryüzünün ovalarında saraylar inşa ediyor ve dağları kendinize evler yapmak için yontuyorsunuz. Allah’a şükretmek için Allah’ın sizin üzerinizde olan nimetlerini çokça hatırlayın. Yeryüzünde bozgunculuk yapmayı bırakın. Bu da Allah’a karşı küfrü ve günahları terk ederek olur.
Kavminin kibirli olan ileri gelenleri ve önderleri, kavimlerinden hor gördükleri Mü'minlere şöyle dediler: "Ey müminler! Salih’in, gerçekten Allah’ın bir peygamberi olduğunu biliyor musunuz?" Hor görülen Mü'minler onlara cevap olarak dediler ki: "Şüphesiz biz, Salih’in kendisiyle bize gönderilenleri doğruluyor, kabul ve itaat ediyoruz. Ayrıca dini ile de amel ediyoruz."
Kavminden büyüklenenler dediler ki: "Ey müminler! Şüphesiz biz sizin tasdik ettiğinize iman etmiyor, bilakis küfrediyoruz. Onun şeriatıyla da amel etmiyoruz."
Allah’ın emirlerini yerine getirmekten büyüklenerek, kendilerine eziyet etmeleri yasak kılınan deveyi kestiler. Alay ederek ve Salih'in onlara vadettiklerini imkânsız görerek şöyle dediler: "Ey Salih! Eğer gerçekten Allah’ın bir peygamberiysen, bize tehditle vadettiğin elem verici azabı getir bakalım.”
Kâfirlere, acele ettikleri azap geldi. Öyle ki, şiddetli bir deprem onları yakalayıverdi. Böylece yüzleri ve dizleri yere yapışmış olarak yere yığıldılar. Onlardan hiçbiri helâk olmaktan kurtulamadı.
Salih -aleyhisselam- kendisine icabet etmelerinden ümitsizliğe kapılmasının ardından kavminden yüz çevirerek onlara dedi ki: “Ey kavmim! Şüphesiz Allah’ın size bildirmemi emrettiklerini sizlere ulaştırdım. Teşvik ederek ve korkutarak sizlere nasihat ettim. Fakat sizler, şevk ile sizi hayra ulaştırmak ve şerden uzaklaştırmak isteyen nasihatçileri sevmeyen bir topluluksunuz.”
Lût'un, kavmini kınayarak; "Erkeklere yanaşarak, bu iğrenç, kınanmış ameli mi işliyorsunuz? Uydurmuş olduğunuz bu işi sizden önce hiç kimse işlememiştir." dediğini hatırla!
Sizler; şehvetinizi gidermede, şehvetin giderilmesi için yaratılmış kadınları bırakıp da erkeklere yanaşıyorsunuz. Bu yaptığınız işte ne akla, ne ayetlere, ne de fıtrata uydunuz. Bilâkis sizler, beşerin tuttuğu orta yolun sınırlarını aşarak, aklıselimden ve saygın fıtratın gerektirdiğinden saptınız. Böylece Yüce Allah’ın belirlemiş olduğu sınırları aştınız.
Bu ahlaksızlığı işleyen Lût kavmi haktan yüz çevirmiş ve kendilerine bu yaptıklarından dolayı inkârda bulunanlara karşı şöyle demişlerdir: "Lût'u ve ailesini beldenizden çıkartın. Şüphesiz onlar yapmış olduğumuz bu işten uzak duran kimselerdir. Onların bizler arasında kalmasına izin vermek bize yakışmaz.”
Biz de onlara, gece azabın meydana geleceği beldeden çıkmalarını emrederek onu ve karısı hariç bütün ailesini kurtardık. Karısı, kavmiyle beraber kalanlar arasındaydı ve ona da geride kalanlara isabet eden azap isabet etti.
Onları çamurdan taşlarla taşlayarak üzerlerine çok şiddetli bir yağmur yağdırdık ve o beldeyi baş aşağıya çevirerek altını üstüne getirdik. -Ey Peygamber!- Günahkâr bu kavmin akıbetinin nasıl son bulduğu hakkında bir düşün? Yok olmak ve devamlı bir rezil rüsvalık ile hayatları son buldu.
Medyen kavmine de kardeşleri Şuayb -aleyhisselam-'ı gönderdik. Şuayb onlara şöyle dedi: "Ey kavmim! Bir tek Allah’a ibadet edin. O'ndan başka ibadet edilmeye müstahak bir mabut yoktur. Sizlere Rabbimden getirmiş olduğumun doğruluğuna delalet eden, Allah’tan apaçık bir kanıt ve aşikâr deliller gelmiştir. Kilo ve ölçüyü tam tutarak insanlara haklarını verin. Mallarını kusurlu kılarak, miktarını azaltarak veya sahiplerini kandırarak insanların mallarından eksiltmeyin. Peygamberler gönderilerek ıslah edilmesinin ardından küfür ve günah işleyerek yeryüzünü ifsat etmeyin. Eğer Mü'minler iseniz, Allah’ın yasaklarından sakının, günahları terk edin. Yüce Allah’ın emrettiği şeyleri de yerine getirin. Zira bu emirlerin yerine getirilmesi kişiyi Yüce Allah'a yakınlaştırır.
İnsanları tehdit ederek onların mallarını haksız yere alıp, el koymak için yolların başına oturmayın. Yüce Allah’ın dinine ulaşmak isteyen kimseleri doğru yoldan alı koymayın. Sizler böyle yaparak Allah'ın yolunun bozuk/yamuk olmasını ve insanların bu yola girmemesini arzulamaktasınız. Nimetlerinden dolayı O'na şükretmek için, Allah’ın üzerinize olan nimetlerini çokça hatırlayın. Sizler sayıca çok azdınız da o sizlerin sayısını çoğalttı. Yeryüzünde sizden önceki bozguncuların akıbetlerinin nasıl olduğuna dikkat edin. Şüphesiz akıbetleri helâk ve harap olmaktı.
Rabbimden getirdiğime sizden bir grup iman etmiş ve diğer bir grup ta iman etmemiştir. Ey Yalanlayanlar! Hüküm verenlerin en hayırlısı ve en adaletlisi olan Yüce Allah, aranızda hüküm verene kadar bekleyin bakalım.
Şuayb'ın kavminden büyüklük taslayanlardan ileri gelen önderleri Şuayb -aleyhisselam-'a dediler ki: "Ey Şuayb! Elbette seni ve seninle birlikte seni tasdik edenleri mutlaka memleketimizden çıkaracağız yahut mutlaka dinimize döneceksiniz." Şuayb onlara şaşırarak ve düşünceli bir şekilde: "Üzerinde bulunduğunuzun batıl olduğunu bilmemize rağmen dininize ve milletinize istemeye istemeye mi tabi olalım?" dedi.
Bizler üzerinde bulunduğunuz şirk ve küfre Yüce Allah'ın bizi bunlardan selamette kılmasından sonra inanacak olursak Allah'a karşı yalan söylemiş oluruz. Sizin batıl olan bu dininize tekrardan dönmemiz asla doğru ve isabetli olmaz. Ancak Allah -Subhanehu ve Teâlâ-'nın dilemesi başka. Zira her canlı Yüce Allah'ın dilemesine boyun eğmiştir. Rabbimiz ilmiyle her şeyi kuşatmıştır, hiçbir şey O'na gizli kalmaz. Bizi dosdoğru yolda sabit kılması ve Cehennem'in yollarından koruması için yalnızca Allah'a dayanıp güvendik. Rabbimiz! Bizimle kâfir kavmimizin arasında adaletle hükmet! Sen, mazlum hak sahibine inatçı zalim karşısında yardım et! Rabbimiz! Sen hükmedenlerin en hayırlısısın.
Şuayb'ın kavminden büyüklük taslayan, tevhid davetini reddeden ileri gelen kâfirler, Şuayb ve dininden tahzir ederek şöyle dediler: "Ey Kavmimiz! Eğer Şuayb'ın dinine girerseniz, kendi dininizi ve babalarınızın dinini terk etmiş olursunuz. Bundan dolayı siz mutlaka helâk olursunuz."
Onları şiddetli sarsıntı, zelzele yakalamıştı da diyarlarında diz üstü çöküp yüzüstü uzanarak oldukları yerde ölmüş halde kaldılar.
Şuayb'ı yalanlayanların hepsi helâk oldular. Sanki orada yaşamamış ve orada hiçbir şeyden de istifade etmemiş gibiydiler. Şuayb'ı yalanlayanların asıl kendileri ziyana uğrayanlardır. Çünkü onlar hem kendilerini hem
de sahip oldukları bütün varlıklarını (mallarını) ziyana uğrattılar.
O'nun kavminden Mü'min olanlar ise, yalanlayan kâfirlerin iddia ettiği gibi ziyana uğrayanlardan olmadılar.
Helâk olduklarında peygamberleri Şuayb -aleyhisselam- onlardan yüz çevirdi ve onlara hitap ederek dedi ki: "Ey kavmim! Kesinlikle ben Rabbimin size tebliğ etmemi emrettiklerini tebliğ ettim ve nasihat ettim. Fakat siz nasihatımı kabul etmediniz ve yönlendirmeme boyun eğmediniz. Artık Allah'a karşı küfreden ve küfründe ısrar eden bir kavme karşı nasıl üzülebilirim?"
Kendilerine peygamber gönderdiğimiz memleketlerin halkı o peygamberi yalanlayıp, kâfir olurlarsa Bizler de onları yoksulluk, sıkıntı ve hastalıklarla yakalarız. Böylece Allah'a boyun eğerek, üzerinde oldukları küfür ve büyüklük taslamayı terk edip, bırakmalarını umarız. Bu Kureyş kabilesi ve Allah'ın sünnetini yalanlayıp, kâfir olan yalancı topluluklar için bir uyarıdır.
Sonra kötülüğü, fakirliği, darlığı ve hastalığı değiştirip yerine iyilik, hayır, bolluk ve güven verdik de halkın sayısı çoğaldı, malları bollaşıp arttı ve ardından şöyle dediler: "Bizim başımıza gelen şer ve hayırlar olağan bir döngüdür. Daha önce bizim atalarımız da böyle darlığa düşmüşler ve sonra bolluk görmüşlerdi." Başlarına gelen bu sıkıntılardan ibret almaları ve kendilerine verilen bu nimetlerin de istidrac olduğunu anlamaları istenmişti. Biz de kendilerini, hiç farkında olmadıkları ve beklemedikleri bir sırada ansızın yakalayıp cezalandırdık.
Eğer kendilerine peygamberlerimizi gönderdiğimiz o memleketlerin halkı rasûllerimizin onlara getirdiklerine içtenlikle iman edip tasdik etselerdi, Rablerinden korkup küfrü ve günah işlemeyi terkedip emirlerine uysalardı, biz de onlara hayır kapılarını her taraftan açardık. Fakat onlar tasdik etmediler, takvalı da olmadılar, bilâkis rasûllerinin kendilerine getirdiğini yalanladılar. Biz de onları işledikleri günah ve suçları sebebiyle aniden azap ederek yakalayıverdik.
Yoksa yalanlayan o ülkelerin halkı azabımızın geceleyin, onlar uykuda rahat ve tam sükûnet içerisinde iken başlarına gelmesinden güvende mi oldular?
Ya da o ülkelerin halkı azabımızın günün ilk vaktinde (kuşluk vakti) onlar dünya işleriyle meşgul iken başlarına gelmesinden güvende mi oldular?
Onlara bakıp, ibret alın. Zira Yüce Allah onlara istidrac olarak mühlet ve bir süre vermiş, kuvvet ve rızıklarında bolluk bahşetmiş ve böylece onları adım adım azaba yakınlaştırmıştır. Yalanlayan o ülkelerin halkı Yüce Allah'ın gizli bir şekilde onlar için hazırlamış olduğu tuzağından emin mi oldular? Hâlbuki Allah'ın tuzağından, hüsrana uğrayan kimselerden başkası güvende olamaz. Fakat, muvaffak olanlar şüphesiz Allah'ın tuzağına uğramaktan korkarlar. Allah'ın kendilerine vermiş olduğu nimetlere aldanmazlar. Onlar ancak Allah'ın kendilerine olan ihsanını görürler ve O'na bunun için şükrederler.
Günahları sebebiyle kendilerinden önce helâk olanların yerine yeryüzüne varis olanlar için bu gerçek belli olup ta onların başına gelenlerden ibret almadılar mı? Bilâkis öncekilerin yapmış oldukları şeyleri kendileri de yaptılar. Yüce Allah şayet dileseydi yeryüzünde bir kural olarak günâhları sebebiyle onların başına bir azap gönderirdi. Kalplerini mühürler, ardından hiçbir öğüt tutmaz ve hiçbir hatırlatma da fayda vermez hale gelirdi. Onlar bunu hâlâ anlamadılar mı?
İşte bunlar önce ki Nuh, Hud, Salih, Lût, Şuayb'ın memleketleridir. -Ey Rasûl!- Sana onların haberlerini okuyoruz ve onların içinde bulundukları yalanlama, inat ve bunlar sebebi ile başlarına gelen helâk oluşları hakkında seni haberdar ediyoruz ki, bütün bunlar ibret alanlar için bir ibret ve öğüt alanlar için de bir öğüt olsun. Kesinlikle bu ülkelerin rasûlleri sadık olduklarını ispat eden apaçık delillerle gelmişlerdi. Zaten Allah'ın ezelî ilminde sabit olduğu üzere rasûllerin onlara gelmesinden sonra da onlar iman etmeyecekler ve yalanlayacaklardı. Yüce Allah, rasûllerini yalanlayan bu ülkelerin halklarının kalplerini mühürlediği gibi Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'e iman etmeyip, kafir olanların kalplerini de mühürler. Böylece iman etmek için hidayet bulamazlar.
Kendilerine rasûller gönderilen ümmetlerin çoğunda Allah'ın onlara vasiyet ettiklerine karşı ahde vefa ve iltizam bulmadığımız gibi emirlere uyma diye bir şey de bulmadık. Gerçek şu ki, onların çoğunu Allah'a itaat etmekten çıkmış bulduk.
O rasûllerden sonra Musa -aleyhisselam-'ı apaçık mucizeler ve onun doğruluğunu ispat eden delillerimiz ile Firavun'a ve kavmine gönderdik de o mucizeleri inkâr edip, küfrettiler. Ey Rasûl! Derin derin düşün! Firavun'un ve kavminin akibeti nasıl oldu? Yüce Allah onları denizde boğarak helâk etti. Dünyada ve âhirette peşlerine lanet taktık.
Allah, Musa'yı Firavun'a gönderince ona geldi ve şöyle dedi: "Ey Firavun! Kuşkusuz ben bütün yaratılmışların yaratıcısı, mâliki ve onların bütün işlerini idare eden Yüce Allah tarafından gönderilmiş bir rasûlüm."
Musa dedi ki: "Ben Allah tarafından gönderildiğimden dolayı bana ancak gerçek olanı söylemek yaraşır. Kesinlikle ben size doğru bir peygamber olduğumu ispat eden apaçık bir delille geldim ve size Rabbim tarafından gönderildim. Esaret ve baskı altında bulunan İsrailoğulları'nı benimle beraber serbest bırak."
Firavun, Musa'ya: "İddia ettiğin gibi eğer bir mucize ile geldiysen, iddia ettiğinde doğru söyleyen biriysen, onu göster bakalım!" dedi.
Musa asâsını yere attı ve o bizzat izleyenler için hemen büyük bir yılana dönüştü.
Elini gömleğinin göğüs tarafından ya da koltuk altından çıkararak gösterdi. Eli bembeyazdı. Bu beyazlık abraş hastalığı olan kişilerdeki beyazlık gibi değildi. Elinin şiddetli beyazlığından dolayı bakanlara ışıldamaya başladı.
Kavmin ileri gelen büyükleri ve önderleri Musa'nın asasının büyük bir yılana dönüşmesi ve elinin abraş hastalığı olmadan bembeyaz ışıl ışıl parladığını gördüklerinde; "Musa ancak sihirde çok kuvvetli bilgiye sahip bilgin bir sihirbazdır." dediler.
Bu yaptıkları ile sizi bu topraklarınız olan Mısır'dan çıkarmak istiyor. Sonra Firavun ileri gelenlerle Musa -aleyhisselam- hakkında istişare ederek şöyle dedi: "Bana ne gibi bir görüş ifade etmek istersiniz?"
(İleri gelen önderler) Firavun'a şöyle dediler: "Musa ve kardeşi Harun'u şimdilik beklet ve Mısır'ın şehirlerinde bulunan bütün sihirbazları toplayan memurlar gönder."
Şehirlere sihirbazları toplamaları için gönderdiğin kimseler sana işlerinin ustası güçlü sihirbazları getirsinler.
Firavun sihirbazları toplayan memurlar gönderdi. Sihirbazlar Firavun'a geldiklerinde: "Eğer kendileri, Musa'yı sihirleri ile yenip mağlup ederlerse onlar için bir mükâfat var mıdır?" diye sordular.
Firavun da onların bu isteklerine karşılık şöyle cevap verdi: "Evet! Kuşkusuz sizin için bir mükâfat ve bir de ücret vardır ve mevki bakımından bana yakın kimselerden olacaksınız." dedi.
Sihirbazlar Musa'ya karşı galip geleceklerinden kesin emin oldukları için üstünlük taslayarak ve kibirli bir şekilde şöyle dediler: "Ey Musa! Önce sen mi maharetini göstermek için atmak istersin, yoksa ilk atanlar biz mi olalım?"
Musa Rabbinin kendisine yardım edeceğinden emin olduğu için onlara aldırış etmeden şöyle cevap verdi: "Önce siz iplerinizi ve asalarınız atın." dedi. Onlar atınca insanların gözlerini büyülediler ve olayın hakikatini idrak etmekten insanları engelleyerek onları korkuttular. Çok kuvvetli bir sihir yaparak izleyenleri büyülediler.
Yüce Allah peygamber olarak gönderdiği ve kendisi ile konuştuğu Musa -aleyhisselam-'a şöyle vahyetti: "Ey Musa! Asanı at!" Bunun üzerine o da asasını attı. Birdenbire Musa'nın asası bir yılana dönüştü. Bu yılan sihirbazların gerçek dışı yaptıkları ve insanların böylece yanılgıya kapılarak hareket eden yılanlar şeklinde gördükleri asa ve ipleri yakalayıp, yutuverdi.
Böylece hak ortaya çıktı ve Musa -aleyhisselam-'ın getirdiği şeyin doğruluğu açıklığa kavuştu. Aynı zamanda sihirbazların da yapmış oldukları sihrin batıllığı ayan beyan ortaya çıktı.
Mağlup olup hezimete uğradılar ve Musa insanların toplandığı o alanda onlara karşı üstün geldi. Sihirbazlar orada zayıf ve yenilmiş kimseler oldular.
Sihirbazlar, Allah Teâlâ'nın kudretinin azametini ve apaçık ayetlerini gördükleri gibi hemen Allah -Subhanehu ve Teâlâ- için secdeye kapandılar.
Sihirbazlar bütün yaratılmışların Rabbine iman ettik dediler.
Musa ve Harun -aleyhimesselam-'ın Rabbine iman ettik. Sadece ibadet edilmeyi hak eden O'dur. Kendisinden başka ilah olduğu iddia edilenler ibadeti hak etmezler.
Sihirbazlar bir ve tek olan Allah'a iman ettikten sonra, Firavun onları tehdit ederek şöyle dedi: "Ben size izin vermeden önce Musa'yı; tasdik edip ona iman mı ettiniz? Kuşkusuz sizin Musa'ya iman edip, getirdiğine tasdikte bulunmanız; şehirde bulunanları şehirden çıkarmak için sizin Musa ile beraber düzenlemiş olduğunuz bir hile ve aldatmadır. -Ey sihirbazlar!- İlerde başınıza ne gibi bir azabın ve ne gibi bir işkencenin geleceğini öğreneceksiniz." dedi.
Firavun sihirbazlara, mutlaka her birinizin sağ elini ve sol ayağını veya sol elini ve sağ ayağını keseceğim. Sonra da size işkence olması ve sizi bu halde gören herkesi korkutmak için hepinizi hurma ağaçlarının gövdelerine asacağım.
Sihirbazlar Firavun'un tehdidine karşılık: "Şüphesiz biz yalnız Rabbimize döneceğiz. Bize yapmış olduğun bu tehdidini hiç umursamıyoruz." dediler.
Ey Firavun! Musa'nın eliyle gelen Rabbimizin ayetlerini tasdik ettiğimiz için inkâr ediyor bize öfkeleniyorsun. Eğer bu ayıplanacak bir suç veya günah ise, bu bizim günahımızdır. Bunun ardından Allah'a dua etmek için yöneldiler ve yalvarışlarında şöyle dediler: "Ey Rabbimiz! Hak üzerine sabit kalmamız için bize bol bol sabır ver. Emrine boyun eğen, Rasûlüne tabi olan ve sana teslim olanlar olarak canımızı al." dediler.
Firavun'un kavminden ileri gelenleri Firavun'u Musa'ya ve onunla birlikte olan Mü'minlere karşı kışkırtarak: "Ey Firavun! Musa ve kavmini yeryüzünde fesadı yaymaları, seni ve ilâhlarını terk etmeleri ve yalnız Allah'a ibadet etmeye davet etmeleri için mi bırakacaksın?" dediler. Firavun: "İsrailoğulları'nın erkek çocuklarını öldüreceğiz, kadınlarını da hizmet etmeleri için hayatta bırakacağız. Biz şüphesiz onların üzerinde tam bir hakimiyet, ezici ve mağlup edici üstünlüğe sahibiz." dedi.
Musa, kavmine vasiyet ederek şöyle dedi: Ey kavmim! Üzerinizden zulmün kalkması ve menfaatlı olanı kendinize çekmeniz ve zararı başınızdan def etmeniz için yardımı yalnız Allah'tan isteyin, üzerinizdeki belaya ve sıkıntıya sabredin. Şüphesiz yeryüzü yalnız Allah'ındır, Firavun'un ya da başkasının değildir. Bundan dolayı kimse orada mutlak hüküm ve otorite sahibi olmaz. Allah insanlar arasında istediği şekilde yeryüzünün hakimiyetini döndürür. Yeryüzünde güzel akıbet başlarına hangi musibet ve imtihan gelirse gelsin, Rablerinin emirlerine uyan ve yasaklarından sakınan Mü'minlerindir.
Musa'nın İsrailoğulları'ndan olan kavmi Musa -aleyhisselam-'a şöyle dediler: "Ey Musa! Sen bize gelmezden önce de, sen bize geldikten sonra da Firavun'un erkek çocuklarımızın öldürülmesi ve kadınlarımızın hayatta hizmet etmek için bırakılması ile işkenceye maruz kaldık." Musa -aleyhisselam- onlara nasihatta bulunarak ve kurtulmalarının müjdesini vererek şöyle dedi: "Umulur ki Rabbiniz, düşmanınız Firavun ve kavmini helâk eder ve onların yerine sizi yeryüzüne hâkim kılar.Ondan sonra da şükür ile mi yoksa inkar ile mi amel edeceğinize bakar." dedi.
Kesinlikle biz Firavun hanedanını, belki düşünürler ve ders alırlar diye senelerce kuraklık, kıtlık, yeryüzünün ürün ve mahsullerini eksiltmekle cezalandırdık. Bu başlarına gelen sıkıntılar yapmış oldukları küfürlerinin cezasıdır ve umulur ki, bu olanlardan ders alıp akabinde Allah'a tevbe ederler.
Firavun hanedanı ürünlerde bolluk, güzellik ve fiyatlarda ucuzluk görünce, "Hak ettiğimiz ve sadece bize özel olduğu için bu bize verildi" derler. Eğer kendilerine bir felaket ve kuraklık, kıtlık, hastalıkların artması ve diğer başka musibetler gelirse Musa ve onunla beraber olan İsrailoğulları'nı uğursuzluk sayarlardı. Gerçek o ki, onların başına gelen bu uğursuzluğun hepsi her noksanlıktan münezzeh olan Allah -Subhanehu ve Teâlâ-'nın takdiridir. Hâlbuki ne kendilerinin ne de Musa -aleyhisselam-'ın bir alakası vardır. Sadece onlara bu belanın gelmesi, Musa -aleyhisselam-'ın onlara bedduasındandır. Fakat çoğu bunu bilmezler ve bu tür olayları Allah'tan başkasına isnat ederler.
Firavun 'un kavmi hakka karşı inat ederek Musa -aleyhisselam-'a şöyle dediler: "Sen bize hangi mucize ve delili getirirsen getir ve inandıklarımızın batıl olduğunu ispat etmek ve bizi ondan çevirmek ve getirdiklerinin doğru olduğunu kabul etmemiz için hangi hucceti sunarsan sun bizler sana asla iman edecek değiliz."
Biz de onların yalanlamaları ve inatları üzerine ceza olarak bir tufan gönderdik. Bu tufan ekinlerini ve meyvelerini basıp, sular altında bıraktı. Mahsullerini yiyen çekirgeler, ekinlere zarar veren veya insanların saçlarında bulunup onlara zarar veren bitler/haşereler gönderdik. Bir de onların üzerlerine kurbağalar gönderdik. Bu kurbağalar bütün kaplara girip, doluştu, yemeklerini bozdu ve onların uykularını kaçırdı. Ayrıca üzerlerine kan gönderdik ve birden kuyu ve nehirlerdeki bütün sular kana dönüştü. Biz bütün bu mucizeleri ayrı ayrı açıklayıcı olarak, peşpeşe gönderdik. Başlarına gelen bütün bu cezalara rağmen yine Allah'a iman etmeye ve Musa -aleyhisselam-'ın getirdiklerini tasdik etmeye karşı büyüklük tasladılar. Onlar günahkâr ve isyankâr bir kavimdiler. Hiçbir batıldan vazgeçmiyorlardı ve hidayet bulmak için hiçbir hakka da yönelmiyorlardı.
Başlarına adı geçen o azap gelince, Musa -aleyhisselam-'a yönelerek şöyle dediler: "Ey Musa! Seni peygamberlik vazifesi ile seçmesi, tövbe etmek kaydıyla bize isabet eden azabı kaldıracağına dair sana söz vermesi adına Rabbine bizim için dua et. Şayet bunu bizden giderirse sana iman edeceğiz ve muhakkak İsrailoğulları'nı seninle beraber göndereceğiz ve onları serbest bırakacağız." dediler.
Suda boğulup helâk olmadan önce belirli müddete kadar azabı onlardan kaldırdığımızda, iman edeceklerine ve İsrailoğulları'nı göndereceklerine dair verdikleri sözlerini bozdular. Küfürlerine devam ettiler ve Musa -aleyhisselam- ile İsrailoğulları'nı beraber serbest bırakıp göndermekten vazgeçtiler.
Helâk edilmeleri için belirlenen zaman gelince, ayetlerimizi yalanlamaları ve o ayetlerin işaret ettiği hakkında hiçbir şüphe bulunmayan hakkı yalanlamaları sebebiyle denizde boğmak suretiyle üzerlerine gazabımızı indirdik.
Firavun ve kavminin hor gördüğü İsrailoğulları'nı yeryüzünün doğu ve batısına -burası ile Şam bölgesi kastedilmiştir- mirasçı kıldık. Yüce Allah'ın bereketli kıldığı bu bölge ekilen ekin ve meyvelerin en güzel olduğu yerdir. Ey Rasûl! Rabbinin onlara verilen güzel sözü Allah Teâlâ'nın şu buyruğunda zikredilmiştir: "Biz ise, ülkede güçsüz bırakılanlara iyilik etmek ve onları önderler yapmak ve onları oraya mirasçı kılmak istiyoruz." (Kasas Suresi: 5) Firavun 'un ve kavminin vermiş olduğu sıkıntılara sabırları sebebi ile Allah Teâlâ onları yeryüzünde güçlendirdi. Firavun'un yapmakta olduğu sarayları ve yetiştirdiği bahçeleri de helâk ettik.
Musa -aleyhisselam- asası ile denize vurunca deniz ikiye ayrıldı ve biz İsrailoğulları'nı denizden geçirdik. Allah'tan başka putlar edinen bir kavme rastladılar. İsrailoğulları Musa -aleyhisselam-'a: "Ey Musa! Bunların kendilerine ait Allah'tan başka taptıkları putları olduğu gibi sen de bizim için tapacağımız bir put yap." dediler. Musa onlara: "Ey kavmim! Siz gerçekten Allah'ın birliği ve tazimi hakkında gerekli olan hususlarda cahil bir kavimsiniz." dedi. Yüce Allah'a şirk koşulması ve O'ndan başkasına ibadet edilmesi asla olacak bir şey değildir.
Şüphesiz bunların tapmış oldukları putları ve dinleri helâk olmaya mahkûmdur ve Allah ile beraber başkasına yapmış oldukları şirk içeren bütün ibadetleri ve itaatlari de hepsi batıldır.
Musa kavmine dedi ki: "Ey kavmim! Büyük mucizelerine şahit olup ayan beyan görmenize rağmen nasıl olur da sizin için Allah'tan başka ibadet edeceğiniz ilah ararım? O -Subhanehu ve Teâlâ- düşmanlarınızı helâk ederek size nimette bulunmuş, sizi zamanınızın insanlarına üstün tutmuş, yeryüzüne halife kılmış ve dünyada güçlü kimseler kılmıştır."
Ey İsrailoğulları! Hani sizi Firavun ve kavminin sizi küçük düşürmesinden kurtardığımız zamanı hatırlayın. Zira erkek çocuklarınızı öldürüp,
kadınlarınızı hizmetçi olarak çalıştırmak için hayatta bırakmak gibi size çeşitli işkence ve küçük düşüren azapları tattırıyorlardı. Firavun ve kavminden kurtarılmanız size Rabbiniz tarafından büyük bir imtihandır. Sizin buna karşılık şükretmenizi gerektirmektedir.
Yüce Allah, Rasûlü Musa -aleyhisselam- ile münacatı için otuz gece için sözleşti. Sonra Yüce Allah buna on gece daha ekledi ve böylece kırk gece oldu. Musa Rabbinin münacatı için gitmek istediğinde, kardeşi Harun'a: "Ey Harun! Kavmimde benim halifem ol. Onlara güzel ve yumuşak davran ve düzenli bir şekilde idare et. Günah işleyerek ifsat edenlerin yolunu tutma ve asilere de yardımcı olma!" dedi.
Musa, Rabbi ile münacatı için tayin ettiğimiz vakitte geldi. O süre kırk gece oldu. Rabbi Musa ile emirleri, yasakları ve başka hususları konuştu. Musa'nın nefsi Rabbini görmeyi arzuladı ve O'na bakmak istedi. Allah -Subhanehu ve Teâlâ- onun bu dileğine şöyle cevap verdi: "Beni dünya hayatında asla göremezsin. Çünkü ona gücün yetmez. Fakat dağa bak, ben ona tecelli edeceğim, eğer yerinde durabilirse sen de beni göreceksin. Eğer tecelli ettiğim dağ yerle bir dümdüz olursa, beni dünyada asla göremeyeceksin." Allah, dağa tecelli edince onu yerle bir dümdüz etti. Musa da baygın düştü. Musa, kendisine isabet eden baygınlığından ayılınca dedi ki: "Ey Rabbim! Seni layık olmayan bütün noksan sıfatlardan tenzih ederim. İşte ben seni dünyada görmeyi istedim şimdi tevbe ediyorum. Ben kavmimin sana ilk iman edenlerindenim." dedi.
Allah, Musa'ya: "Ey Musa! Şüphesiz ben seni insanlara risaletlerim ile seçip gönderdiğim zaman insanlara üstün kıldım. Vasıtasız seninle konuşmamla seni faziletli kıldım. Sana bahsetmiş olduğum bu üstün şeref ve kıymeti al ve sana verilen bu büyük hediyeden dolayı Allah'a şükredenlerden ol!" dedi.
Biz Musa'ya tahtada veya başka levhalarda İsrailoğulları'nın din ve dünyaları ile ilgili ihtiyaç duydukları her şeyi, açıklanmaya ihtiyaç duyulan hükümleri açıklayarak onlardan öğüt almak isteyenler için bir öğüt olarak yazdık. "Ey Musa! Bu Tevratı ciddiyet, özen ve sebatla al. Kavmin İsrailoğulları'na da onu en güzel şekilde almalarını emret. Zira emredilenleri en güzel şekliyle yapmak karşılığında bol sevap verilen davranışlardan birisidir. Emirlerime muhalefet edip, itaatimin dışına çıkan ve ardından helâk ve hüsrana ulaşacak olan kimselerin akibetlerini size yakında göstereceğim."
Haksız yere hakka ve Allah'ın kullarına karşı kendilerini üstün görenleri yeryüzünde ve kendi nefislerindeki ayetleri ve kitabımın ayetlerini anlayıp ibret almaktan uzaklaştıracağım. Her ayeti görseler dahi ondan yüz çevirip itiraz etmeleri, Allah ve Rasûlünün yolundan sapmalarından dolayı tasdik etmezler. Şayet Allah'ın rızasına ulaştıran hak yolu görseler bile o yolu arzulayıp ilerlemezler. Eğer günah ve sapıklık yolunu görseler Allah'ın gazabına götüren bu yolda ilerlerler. Onların bu başına gelen rasûllerin getirdiğini doğrulayan Allah'ın yüce ayetlerini yalanlamarından ve onlara bakmaktan gafil olduklarından dolayıdır.
Rasûllerimizin doğruluğunu ispat eden ayetlerimizi ve ahiret gününde Allah ile buluşmayı yalanlayanların itaat cinsinden yapmış oldukları amelleri geçersiz kılınmıştır. İman şartı gerçekleşmediği için yaptıklarına karşılık sevap almazlar. Ahiret gününde ancak Allah'a karşı işlemiş oldukları küfür ve şirklerinin karşılığı ile cezalandırılırlar. Bunun cezası da Cehennem'de ebedî kalmaktır.
Musa, Rabbi ile konuşmaya gittikten sonra kavmi ziynet eşyalarından ruhu olmayan/cansız böğüren bir buzağı yaptı. Bu buzağının onlarla konuşamayacağını, onları somut ve soyut bir hayır yoluna irşat edemeyeceğini, bir fayda sağlamayacağını ve üzerlerinde olan bir zararı kaldıramayacağını bilmiyorlar mı? Onu kendilerine ilah edindiler ve böylece kendi nefislerine zulmeden kimseler oldular.
Kendilerinin Allah ile birlikte buzağıyı ilah edinip dosdoğru yoldan saptıklarını anlayıp şaşırarak pişman olduklarında Allah'a yalvararak dediler ki: "Eğer Rabbimiz bize merhamet edip bizi kendisine itaat etmeye muvaffak kılmasaydı, buzağıya tapmaya yöneldiğimizden dolayı bizi bağışlamasaydı, dünyası ve ahireti hüsrana uğrayanlardan olurduk."
Musa, Rabbi ile münacat etmesinin ardından buzağıya tapmalarından dolayı kavmine karşı öfke ve üzüntü ile gelerek onlara şöyle dedi: "Ey kavmim! Benim sizden ayrılıp gitmemden sonra ardımdan hak yoldan sapmanız sizi helâke götüren ne kötü bir haldir. Beni beklemekten bıktınız da buzağıya ibadet etmeye mi yöneldiniz? Musa üzüntüsünün ve öfkesinin şiddetinden dolayı taşımış olduğu Tevrat'ın o levhalarını yere attı. Kardeşi Harun'un kavmi ile birlikte kalıp onların buzağıya ibadet etmelerini gördüğü halde değiştirmemesine (öfkelenerek) kardeşinin saçını ve sakalını tutup kendine doğru çekti. Harun bunun üzerine Musa'dan özür dileyerek ve şefkatli olmasını bekleyerek dedi ki: "Ey Anamın oğlu! Kuşkusuz bu kavim beni zayıf sayarak küçümsediler ve neredeyse beni öldüreceklerdi. Düşmanları sevindirecek cezayla beni cezalandırma ve bana olan öfken sebebi ile beni Allah'tan başkasına ibadet eden bu zalim kavimle bir tutma!" dedi.
Musa, Rabbine dua ederek şöyle dedi: "Ey Rabbim! Beni ve kardeşim Harun'u bağışla, bizi rahmetine al. Rahmetin, bizim her tarafımızı kuşatsın. Ey Rabbim! Zira Sen her merhamet sahibinden daha merhametlisin."
Şüphesiz buzağıyı ibadet edilen ilah edinen kimselere Rableri tarafından bu dünyada şiddetli bir gazap ve aşağılanma erişecektir. Bu Rablerini öfkelendirdikleri ve önemsemedikleri içindir. İşte biz Allah'a böyle yalanlar uyduranları bunun gibi cezalarla cezalandırırız.
Ey Rasûl! Allah'a karşı şirk koşarak, günah işleyip kötülük yapanlar bunların ardından Allah'a tevbe ederek iman edenlerse kuşkusuz senin Rabbin bu tevbeden ve şirkten imana, günahlardan itaatlere döndükten sonra onların günahlarını örterek bağışlar ve onlara karşı çok merhamet eder.
Musa -aleyhisselam-'ın öfkesi yatışıp sakinleşince öfkesi sebebi ile atmış olduğu levhaları tekrar aldı. Bu levhalar sapıklıktan hidayete kavuşmayı, hakkın açıklanmasını, Rablerinden ve azabından korkan kimseler için rahmeti içermekteydi.
Musa, cahillerin buzağıya tapmasından dolayı Rabbinden özür dilemeleri için kavmini temsil eden seçkinlerden yetmiş adamı seçti. Allah onlara hazır olacakları bir vakit tayin etti. O vakitte hazır olduklarında Allah'a karşı cesaret edip Musa'dan kendilerine Allah'ı apaçık gözleri ile ayân beyan görmeği talep ettiler. İşte bunun üzerine onları şiddetli bir sarsıntı tuttu ve onun korkunçluğundan dolayı yıldırım çapmış gibi bayılıp düştüler ve helâk olup öldüler. Musa, Rabbine yalvarıp yakardı ve dedi ki: "Ey Rabbim! Eğer dileseydin onları da beni de daha gelmeden önce helâk ederdin. İçimizden bir takım beyinsizlerin işlediği günah yüzünden bizi helâk edecek misin? Kavmimin buzağıya tapma hâdisesinde bulunmaları ise, o ancak senin imtihan ve sınavından başka bir şey değildir. Bununla sen dilediğini saptırırsın, dilediğini de hidayete iletirsin. Sen bizim velimizsin, bize geniş merhametinle merhamet eyle. Sen bağışlayanların ve günahları affedenlerin en hayırlısısın."
Bizleri bu hayatta nimetlerle, esenlikle ikramda bulundukların, salih amel yapmaya muvaffak ettiklerin, kendilerine ahirette Cennet'i hazırladığın salih kullarından kıl. Kuşkusuz biz sana tevbe ettik, taksiratımızı itiraf ederek sana döndük. Allah Teâlâ da şöyle buyurmuştur: "Azabıma, bedbahtlığa götürecek amelleri işleyenlerden istediğimi uğratırım. Rahmetim ise dünyada her şeyi kuşatmıştır. Allah'ın rahmeti, ihsanı ve lütfu her kula ulaşmıştır. Rahmetimi ahirette emirlerine uyarak ve yasaklarından sakınarak Allah'tan korkanlara, mallarının zekâtını hak edenlere verenlere ve bizim ayetlerimize inananlara yazacağım."
Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem- okuma yazma bilmeyen ümmî bir peygamberdir. Rabbi ona vahiy göndermiştir. Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-e tabi olanlar, Musa -aleyhisselam-'a indirilen Tevrat'ta ve İsa -aleyhisselam-'a indirilen İncil'de onun ismini, sıfatlarını ve kendisine indirilenleri yazılı olarak bulurlar. Onlara güzel ve doğru olan şeyleri emreder. Aklıselim ve temiz fıtratın çirkin gördüğünü de yasaklar. Onlara içinde zararlı şeyler bulunmayan lezzetli yiyecekleri, içecekleri ve evlilikleri helâl kılar. Kötü ve şerli olanları ise haram kılar. İster kasten öldürmüş olsun veya hatayla öldürmüş olsun her iki halde de katilin öldürülmesini gerekli kılan hükümler gibi, onların sorumlu tutulduğu zor ve meşakketli sorumlulukları onlardan kaldırır. İsrailoğulları ve başkalarından ona iman edenler, onu yüceltenler, ona düşmanlık yapan kâfirlere karşı yardım edenler, yolu aydınlatan ve hidayete erdiren bir nûr olan Kur'an'a uyanlar, işte onlar talep ettiklerine ulaşacaklar ve korktuklarından emin ve uzak olacaklardır.
Ey Râsûl! De ki: "Ey insanlar! Gerçekten ben Arap ve Acemlere, tüm insanlara gönderilmiş Yüce Allah'ın bir rasûlüyüm. Göklerin ve yerin mülkü yalnız O'na aittir. Allah -Subhanehu ve Teâlâ-'dan başka hak mabud yoktur. O ölüleri diriltir ve hayatta olanları öldürür. Ey insanlar! Allah'a ve okuma yazma bilmeyen peygamberi ve Rasûlü olan Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'e iman edin. O, Rabbi tarafından kendisine vahyedilenle geldi. Allah'a ve Rasûlüne indirilene ve kendisinden önce gelen peygamberlere indirilene aralarında ayırım yapmadan iman edin. Rabbinden getirdiklerine uyun, umulur ki dünyada ve ahirette faydalanacağınız hidayete eresiniz.
Musa -aleyhisselam-'ın kavmi İsrailoğulları içinde hak din üzerinde ilerleyip, istikamet üzere olan bir cemaat vardı. İnsanları o dosdoğru olan dine irşat ederler, adaletle hükmeder ve zulüm etmezlerdi.
Biz İsrailoğulları'nı on iki kabileye ayırdık. Kavmi kendisinden su için Allah'a dua etmesini isteyince, biz Musa'ya: "Ey Musa! Âsânla taşa vur!" diye buyurduk. Bunun üzerine Musa da taşa vurdu ve kabilelerin sayısı kadar on iki pınar fışkırdı. Onlardan her kabile kendine özel su içme yerini belledi. Diğer kabile o su içme yerinde onlara ortak olmadı. Ardından üzerlerine bulutla gölge yaptık ve onların yürüyüşleri ile birlikte onlarla beraber hareket ettirdik. Onlar yürüdüklerinde bulut onların üzerinde hareket eder ve durduklarında da dururdu. Onlara kendi nimetlerimizden bal gibi tatlı bir içecek ve bıldırcına benzeyen eti lezzetli küçük bir kuş etini rızık olarak indirdik. Onlara dedik ki: Size verdiğimiz bu temiz rızıklardan yiyin. Onların zulmetmesi ve kendilerine verilen nimetlere karşı nankörlük etmeleri bize bir noksanlık vermedi. Fakat onlar, Allah'ın emirlerine muhalefet ederek ve vermiş olduğu nimetlerine karşı nankörlük ederek helâk olma yollarını açıp kendi nefislerine zulmettiler.
Ey Rasûl! Allah'ın İsrailoğulları'na: "Kudüs'e giriniz, onun meyvelerinden dilediğiniz yerden ve istediğiniz zaman yiyiniz" dediği zamanı hatırla! Hani onlara "Ey Rabbimiz günahlarımızı bağışla!" deyiniz. Kapıdan boyunlarınızı eğerek ve Rabbinize itaat ederek giriniz. Eğer bunu yaparsanız günahlarınızı bağışlarız. İyilik yapanlara dünya ve ahiretin hayırlarını arttıracağız diye buyurmuştu.
Onlardan zalim olanlar, emredildikleri sözü kendilerine söylenenden başkasıyla değiştirerek, bağışlanmayı talep etmeleri emredilmişken bu kelimeyi değiştirerek (harfleri bakımından yakın olan) tane buğday dediler. Söylemeleri emredilen fiili değiştirdiler ve şehre, Allah'a itaat ederek ve başlarını eğerek girmek yerine kıçlarının üzerine sürünerek girdiler. Biz de zulümlerinden ötürü üzerlerine gökten azap gönderdik.
-Ey Rasûl!- Yahudilere denizin kıyısında bulunan şehir halkının -geçmiş atalarının- durumunu bildiren kıssasını onlara hatırlatarak sor. Yüce Allah onlara cumartesi günü balık avlamayı yasaklamasına rağmen Allah'ın hududunu aşarak o gün balık avlarlardı. Onlara imtihan olarak balıklar o gün su yüzüne çıkarak yüzerler ve diğer günlerde ise su yüzüne çıkmazlardı. Allah onları itaatından çıktıkları ve günah işledikleri için böyle imtihan etmiştir. Balıkları avlamak için hile yaparak çukurlar kazıp o çukurlarda ağlarını kurarlardı ve balıklar cumartesi günü ağlara takılırdı ve pazar günü olduğunda da o yakaladıkları balıkları alıp yerlerdi.
Ey Rasûl! Hani içlerinden bir grup, onları bu kötü işlerden yasaklamış ve onları sakındırmıştı. Bu gruba başka bir grup: "Allah'ın kendilerini dünyada işledikleri günahları ile helâk edeceği yahut kıyamet gününde şiddetli bir azap ile cezalandıracağı bir kavme niçin öğüt veriyorsunuz?" dediği zaman öğüt verenler; iyiliği emretmemiz ve kötülükten nehyetmemiz bize emredildiği içindir. Biz onlara nasihat ediyoruz ki Rabbimiz nasihat etmeyi terk ettiğimiz için bizi cezalandırmasın. Belki öğütten faydalanırlar, bulundukları ve işlemekte oldukları günahlardan da sakınırlar.
Öğüt verenler günahkârlara hatırlatma yaptıklarında işlediklerini terk etmeyip yüz çevirdiklerinde; biz de kötülükten men edenleri azaptan kurtardık, cumartesi günü avlanma yasağını çiğneyerek kendilerine zulmedenleri Allah'a itaat etmeye karşı çıkmaları ve günah işlemede ısrar etmeleri sebebiyle şiddetli bir azap ile yakaladık.
Yüce Allah'a isyan edip kibirlenip, inat ederek haddi aştıklarında ve kendilerine yapılan öğütten ders almayınca onlara: "Ey Asiler! Aşağılık maymunlar olun!" dedik. Onlar da bizim dediğimiz gibi oldular. Şüphesiz biz bir şeyin olmasını istediğimiz zaman ona: "Ol!" dememizden ibarettir ve o da hemen oluverir.
Ey Rasûl! Allah'ın hakkında hiçbir şüphe olmaksızın çok açık bir şekilde, kıyamet gününe kadar dünya hayatında Yahudileri aşağılayacak kimseleri onların başlarına musallat edip cezalandıracağını ilân etmesini hatırla. Ey Rasûl! Şüphesiz Rabbin, kendisine isyan edeni hızlıca cezalandırandır. Zira O dilerse dünyada acele olarak cezasını gönderir. Şüphesiz O, kullarından tevbe edenlerin günahlarını çok affeden, onlara karşı çok merhametli olandır.
Bir arada olmalarından sonra, onları yeryüzünde dağınık topluluklara ayırdık. Allah'ın ve kulların haklarını yerine getiren salih olanları, yine onlardan orta yol izleyen ve kendi nefislerine günahlarla zulmedenler vardı. Biz onların içinde bulundukları durumdan dönmelerini umarak kolaylıklarla ve zorluklarla onları imtihan ettik.
Onların ardından kötü bir nesil geldi ve Tevrat'ı atalarından miras aldılar. Onu okuyorlar ama onda bulunanlarla amel etmiyorlardı. Allah'ın kitabını tahrif etmek ve onda indirilmeyen ile hükmetmek için değersiz dünya malını rüşvet olarak alıyorlardı. Üstelik Allah'ın onların günahlarını bağışlayacağına dair kuruntular kuruyorlardı. Onlara değersiz dünya malı geldiğinde onu alırlardı ve tekrar geldiğinde yine almaktan geri kalmazlardı. Yüce Allah, tahrif etmeden ve değiştirmeden ancak hakkı söyleyeceklerine dair onlardan söz ve misaklar almamış mıydı? Onlar kitapla amel etmeyi cehaletlerinden dolayı terk etmediler, bilakis bilerek terk etmişlerdi. Kesinlikle kitapta yazılanları okuyup bilmekteydiler. Bundan dolayı onların suçu daha şiddetliydi. Kuşkusuz ahiret yurdu ve ahiret yurdunda bulunan nimetler, dünyanın o geçici malından ve varlıklarından; Allah'ın emirlerine uyanlar ve yasaklarından sakınanlar için dâimi olarak daha hayırlıdır. Yüce Allah'ın muttakiler için ahiret yurdunda hazırladıklarının dünyada almış oldukları bu değersiz mallardan daha hayırlı ve kalıcı olduğunu bunlar akıl edemediler mi?
Kitaba sımsıkı sarılıp içindekilerle amel edenler ve namazlarını dosdoğru vakitlerinde kılanlar, şartlarına, farzlarına, vaciplerine ve sünnetlerine dikkat edenlere Allah yapmış oldukları bu amellerinin sevabını verecektir. Allah salih amel işleyenlerin ecrini zayi etmez.
-Ey Muhammed!- Hani İsrailoğulları Tevrat'ın içindekileri kabul etmekten imtina ettiklerinde dağı yerinden söküp üzerlerine kaldırmıştık. Dağ sanki başlarının üzerinde onları gölgelendiren bulut gibi oldu da üzerlerine kesin düşeceğini yakinen anladılar. Onlara denildi ki: "Size verdiğimizi ciddi olarak, gayretle ve kesin kararlılıkla alınız" dedik. Yüce Allah'ın sizin için din olarak belirlediği hükümleri hatırlayın ve unutmayın. Eğer bunları yerine getirirseniz umulur ki Allah'tan sakınırsınız.
-Ey Muhammed!- Hani Rabbin Âdemoğulları'ndan, onların sulblerinden zürriyetlerini çıkarmış ve Rableri olduğunu kabul ettirerek rububiyetinin ispatını fıtratlarına koymuş ve onlara şöyle buyurmuştu: "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" Onların hepisi: "Evet, sen bizim Rabbimizsin." dediler. Ardından onlara şöyle buyurmuştur: "Lakin bu sizin imtihanınızdır. Sizden bu sözü aldık ve kıyamet gününde sırf sizin üzerinizdeki Allah'ın bu hüccetini inkâr etmemeniz ve bundan haberinizin olmadığını söylememeniz içindir."
Yahut daha önce, kuşkusuz babalarımız Allah'a verilen ahdi bozanlar oldu ve onlar Allah'a ortak koşmuşlardı diyerek onları şirk üzerine bulup, taklit ettiğinizi mazeret göstermeye çalışmaktasınız. Üstelik bir de şöyle diyorsunuz: "Ey Rabbimiz! Babalarımızın Allah'a ortak koşmalarıyla yaptıkları amellerinin iptal edilmesinden dolayı bizi cahilliğimizden ve onları taklit ettiğimiz için cezalandıracak mısın?"
Yalanlayan ümmetlerin gidişatları ile ilgili ayetleri açıkladığımız gibi, bunlara da açıklıyoruz. Umulur ki daha önceden Allah'a vermiş oldukları sözde olduğu gibi üzerinde bulundukları şirkten yalnız Allah'ın tevhidine ve ibadetine dönerler.
-Ey Rasûl!- İsrailoğulları'na kendisine ayetlerimizi verdiğimiz, onları öğrenip delalet ettiği hakkı anlayan, ancak bununla amel etmeyen adamın haberini oku. Bilâkis bu adam onları terk edip sıyrılıp çıkmıştı. Bunun üzerine Şeytan da onun peşine takılmış ve onun arkadaşı olmuştu. Böylece hidayete ermiş, kurtulan kimselerden iken helâke uğramış sapıklardan oldu.
Eğer onun bu ayetlerden faydalanmasını dileseydik onu yükseltirdik ve bu ayetlerle amel etmeye muvaffak kılardık. Böylece dünyada ve ahirette yükselirdi. Fakat o dünyasını ahiretine tercih ederek dünyanın şehvetlerine, nefsinin arzuladığı batıl olan şeylere kapılmıştı. Dünyaya olan aşırı hırsı tıpkı köpeğin durumuna benzer. Zira bütün hallerde dilini çıkartıp solur. Üstüne varsan da uzanmış halde bıraksan da solumaya devam eder. Zikredilen bu örnek, ayetlerimizi yalanlayarak sapıtan kavmin misalidir. Ey Rasûl! Onlara bu kıssayı anlat. Umulur ki düşünüp ayetlerimizi yalanmaktan ve sapıklıktan vazgeçerler.
Ayetlerimizi ve burhanlarımızı yalanlayan ve onları tasdik etmeyen bir kavmin durumu ne kötüdür. Onlar kendi nefislerini helâk edici davranışlara sürükleyerek zulmetmiş olurlar.
Allah kimi dosdoğru yolun hidayetine muvaffak ederse, o gerçekten hidayete ermiş olandır ve kimi de dosdoğru yoldan uzaklaştırırsa; işte onlar kendi nefisleri ve aileleri kıyamet gününde ziyana uğrayanların ta kendileridir. Dikkat edin! O apaçık hüsranın ta kendisidir.
Onların, Cehennem ehlinin ameli ile amel edeceklerini bildiğimiz için Cehennem için pek çok cin ve insan yarattık. Onların kalpleri vardır, fakat onlarla kendilerine faydalı olanı ve zararlı olanı anlamazlar. Onların gözleri vardır, fakat onlarla kendi nefislerinde ve Yüce Allah'ın yarattıklarındaki ayetlerini görüp onlardan ibret almazlar. Onların kulakları da vardır, onlarla Yüce Allah'ın ayetlerini duyup düşünmezler. İşte bu sıfatlarla nitelenenler akıllarını kaybetmeleri bakımından tıpkı hayvanlar gibidirler. Bilâkis hayvanlardan daha çok sapıktırlar. İşte Allah'a ve ahiret gününe iman etmekten asıl gafiller onlardır.
Allah -Subhanehu ve Teâlâ-'nın celâline ve kemaline delalet eden güzel isimleri vardır. İstediğiniz taleplerinizi bu isimlerle Allah'a tevessül ederek isteyiniz ve bunlarla Allah'ı övüp methediniz. Bu isimleri Yüce Allah'tan başkasına sarfederek, O'ndan nefyederek, manasını tahrif ederek veya başkasını bu isimlerle Allah'a benzeterek haktan meyledip, sapanlardan uzak dur. Bu isimlerle haktan meyledenleri yaptıklarından dolayı elem verici azapla cezalandıracağız.
Yarattıklarımız içinde bir cemaat vardır ki, kendileri hak ile hidayet bulurlar ve başkalarını da ona davet ederler. Onlar da o hakla hidayet bulurlar, adaletle hükmederler ve zulmetmezler.
Ayetlerimizi yalanlayıp onlara iman etmediler, hatta inkâr ettiler. Biz ise, onlara rızkın kapılarını açacağız ama bu onlara ikram olarak değil; bilâkis onların üzerinde oldukları sapıklıklara devam etmeleri için bunu yapacağız. Sonra bizim azabımız aniden başlarına gelecektir.
Benim, onları cezalandırmayacağım zannına kapılıncaya kadar onlara göndereceğim azabı ertelerim. Üzerlerine azap katlanıncaya kadar yalanlamalarına ve küfürlerine devam edecekler. Elbette tuzağım kuvvetlidir. Ben onlara açık nimetler bahşederim. Ancak bunlarla onları hayal kırıklığına ve hüsrana uğratırım.
Allah'ın ayetlerini ve Rasûlünü yalanlayanlar, akıllarını kullanıp Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'e bakarak onda delilikten hiçbir eser olmadığını görüp, düşünmediler mi? O, Yüce Allah'ın azabından apaçık bir şekilde uyaran ve Allah tarafından gönderilmiş bir rasûldür.
Bunlar göklerde ve yerdeki Yüce Allah'ın mülküne ibret almak için bakmazlar mı? Yüce Allah'ın her ikisinde yaratmış olduğu hayvan, nebatat ve diğer mahlûkatına hiç bakmazlar mı? Hayatlarının sonu olan ecellerinin yaklaşmış olabileceğine bakıp, hiç vakit kaybetmeden hemen tevbe etmeyecekler mi? Eğer Kur'an'a ve içinde bulunan vaadlere ve tehditlere iman etmiyorlar ise, o halde başka hangi kitaba iman edecekler?
Allah, kimi hakkı bulmakta muvaffak etmeyip, doğru yoldan saptırırsa; onu doğru yola irşat edecek hiçbir kimse yoktur. Yüce Allah, onları küfürleri ve sapıklıkları içerisinde hiçbir şeye yönelmeden bir o yana bir bu yana şaşkın olarak bırakır.
Bu inatçı yalancılar sana kıyametin ne zaman gelip çatacağı hakkındaki ilmi soruyorlar. Ey Muhammed! De ki: "Onun ilmi ne bende ve ne de bir başkasındadır. Onun ilmi ancak Allah'ın katındadır. Onun takdir edilen vaktini Allah'tan başkası açıklayamaz. Onun vakti göklerde ve yerde bulunanların hepsinden gizlenmiştir ve o sizin başınıza ancak ansızın gelir. Sen, sanki onun vaktini bilmek için çok hevesliymişsin gibi onun vaktinin ne zaman olduğunu sana soruyorlar. Hâlbuki sen, Rabbin hakkındaki ilminin kemâlinden dolayı böyle bir şey sormuyorsun." Ey Muhammed! Onlara de ki: "Kıyametin vaktinin ilmi sadece bir tek olan Allah'ın katındadır. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler."
Ey Muhammed! De ki: "Ben kendime Allah'ın dilediğinden başka ne bir fayda ne de bir zarar verecek güce sahibim. Sadece buna Yüce Allah sahiptir. Allah'ın bana öğrettiklerinin dışında da başka bir şey bilmem. Ben gaybı da bilmem. Eğer gaybı bilmiş olsaydım, gerçekleşmeden önce olacakları ve ne getireceğini bilmem hasebiyle bana yarar sağlayacak sebepleri yapar ve zarar verecek olanları kendimden uzaklaştırırdım. Ben sadece Allah'ın Rasûlüyüm. O'nun elem verici cezası ile korkutan, benim Allah -Subhanehu ve Teâlâ-'nın rasûlü olduğuma iman edenleri ve getirdiklerimi tasdik edenleri Yüce Allah'ın değerli mükâfatı ile müjdeleyen bir elçiyim.
Ey erkekler ve kadınlar topluluğu! Sizi tek bir candan var eden O'dur. Bu can Adem -aleyhisselam-'dır. Gönlünün ısınması ve huzur bulması için eşi Havva'yı Adem -aleyhisselam-'ın kaburga kemiğinden yarattı. Erkek eşiyle bir araya geldikten sonra hanımı ilk başta hissetmeyecek derecede hamileliği hafif olur. Çünkü daha hamileliğin başındadır. Bu hamileliğinden bir ağırlık hissetmediği için ihtiyaçlarını gidermeye ve günlük işlerine devam eder. Fakat yük ağırlaşınca ve karnındaki bebek büyüyünce, karı koca Rableri olan Yüce Allah'a şöyle duâ ederler: "Ey Rabbimiz! Eğer bize salih, tam ve kusursuz sağlam bir evlat verirsen, mutlaka senin vermiş olduğun nimetlerine şükredenlerden oluruz."
Allah, onların duasına icabet edip, dua ettikleri gibi ikisine salih bir evlat verince, verdiği evlatlarında O'na ortak koşmaya başladılar ve Allah'tan başkasına çocuklarını kul sayıp evlatlarına Abdülharis ismini verdiler. Allah, kendisine ortak koşulan her şeyden yüce ve münezzehtir. O rubûbiyet ve ulûhiyette bir tek olandır.
Bu putları ve diğerlerini ibadette Allah'a ortak mı kılıyorlar? Onlar bu putların bir şey yaratmaya güçleri olmadığını ve bundan dolayı da ibadet edilmeyi hak etmediklerini çok iyi biliyorlar. Bilâkis bunların kendileri yaratılmışlardır. Bunları nasıl Allah'a ortak koşuyorlar?
Hâlbuki bu ibadet olunan ilahlar, ne kendilerine ibadet edenlere yardım etmeye güçleri vardır, ne de kendi nefislerine bir yardımda bulunabilirler. Öyleyse bunlara nasıl ibadet ederler?
Ey müşrikler! Allah'tan başka ilah edindiğiniz bu putları doğru yola davet etseniz dahi, sizin onları davet ettiğinize icabet edemezler ve size de tabi olmazlar. Sizin, onların yanında dua etmeniz de susmanız da birdir. Çünkü bunlar aklı olmayan, duymayan ve konuşmayan cansız varlıklardır.
Ey müşrikler! Kuşkusuz sizin Allah'ı bırakıp da ibadet ettikleriniz sizin gibi Allah'ın yarattığı canlılardır. Hepsi Yüce Allah'ın mülküdür. Yaratılmış olma hususunda onlar da sizin gibidirler. Bununla beraber siz canlı olduğunuz, konuştuğunuz, yürüdüğünüz, duyduğunuz ve gördüğünüzden dolayı haliniz onların halinden daha üstündür. Hâlbuki putların durumu öyle değildir. O halde iddianızda doğruysanız, onları çağırınız da hadi sizin çağrınıza cevap versinler.
İlah edinmiş olduğunuz bu putların yürüyecekleri ayakları mı var ki, sizin ihtiyaçlarınızı yerine getirmek için çabalayabilsinler? Yoksa sizleri savunacak elleri mi var ki, güçleriyle sizleri savunabilsinler? Yoksa onların gözleri mi var ki sizin göremedikleriniz gaybı size haber verebilsinler? Yoksa duyan kulakları mı var ki, duyamadıklarınız hakkında size bilgi verebilsinler? Madem onlar bu organlara sahip değiller, bir menfaat sağlamak veya bir zararı gidermek umuduyla onlara nasıl ibadet ediyorsunuz? Ey Rasûl! Bu müşriklere de ki: "Allah'a eş kıldıklarınızı çağırın; sonra da bana tuzak kurun ve bana hiç fırsat bırakmayın."
Şüphesiz ki, Allah beni destekleyendir, bana yardım edendir ve O, beni koruyandır. O'ndan başka bir kimseden bir beklentim/ümidim de yoktur. Putlarınızın hiçbir şeyinden de korkmuyorum. İnsanlara hidayet olan Kur'an'ı bana indiren O'dur. O, salih olan kullarını dost edinmiştir. Onları korur ve onlara yardım eder.
Ey müşrikler! Allah'ı bırakıp da dua/ibadet ettiğiniz bu putlar, ne size yardım etmeye ve ne de kendi nefislerine yardım etmeye güçleri vardır. Onlar acizdir. Nasıl Allah'ı bırakıp onlara dua/ibadet ediyorsunuz?
Ey Müşrikler! Eğer Allah'tan başka ibadet etmiş olduğunuz putlarınızı hidayete davet etseniz, onlar sizi duymazlar. Onlar cansız gözleri ile karşınızda öylece dururlar. Müşrikler insan ve hayvan şeklinde putlar yaparlardı. Bu putlarda el, ayak ve gözler olurdu. Fakat onlar hayatı ve hareketi olmayan birer cansız varlıklardır.
Ey Rasûl! İnsanların gönül rızası ile kolaylarına gelerek verdikleri mal ve sundukları güzel ahlâkı onlardan kabul et. Mizaçlarının katlanamayacağı şeylerle onları sorumlu tutma. Çünkü bu onların hoşuna gitmez. Onlara hep güzel söz ve güzel fiili emret ve cahil olanlardan yüz çevir. Cahillikleri sebebiyle onlara karşılık verme. Onlardan kim sana eziyet ederse, sen ona eziyet etme. Onlardan kim seni mahrum bırakırsa, sen onu mahrum bırakma.
Ey Rasûl! Eğer Şeytan'ın sana bir vesvese verdiğini hissedersen veya hayır işlerinden seni alıkoyar yahut yavaşlatırsa, hemen Yüce Allah'a sığın ve tutun. Çünkü O, kuşkusuz söylediklerini işitir, O'na sığındığını bilir ve seni Şeytan'dan koruyup, himaye eder.
Şüphesiz Allah'ın emirlerine uyarak yasaklarından sakınan takvalı kimselere Şeytan'dan bir vesvese isabet eder de günah işlerlerse, Allah'ın yüceliğini, asilere olan cezasını ve itaat edenlere de sevabını hatırlarlar, günahlarından tevbe ederler ve Rablerine dönerler. Bir de bakarsın hak üzere dosdoğru olurlar. İçinde bulundukları günahtan uyanıp onu terk ederler.
Şeytanlar kâfir ve facirlerden olan kardeşlerini, dalalet üzerinde kalmaları için peş peşe günahlar işletirler. Ne Şeytanlar saptırmaktan, yoldan çıkarmaktan geri durur. Ne de insanoğlundaki facirler onlara boyun eğmekten ve kötülükler işlemekten geri kalırlar.
Ey Rasûl! Onlara bir mucize getirdiğin zaman ondan yüz çevirip seni yalanladılar. Onlara bir mucize getirmediğin zaman ise: "Kendinden icat edip uyduramaz mıydın?" derler. Ey Rasûl! Onlara de ki: "Ben kendi nefsimden bir mucize getirmeye yetkili değilim. Ben ancak Yüce Allah'tan bana vahyolunana uyarım. Size okumuş olduğum bu Kur'an, sizi yaratan ve bütün işlerinizi idare eden Yüce Allah tarafından gönderilmiş bir delil ve hüccettir. Mü'min kulları için de bir rahmet ve yol göstericidir. Mü'minlerin dışındakiler ise sapık ve bedbahttırlar.
Kur'an okunduğu zaman onu dinleyiniz, konuşmayınız ve başka bir şeyle meşgul olmayınız. Umulur ki Yüce Allah, size merhamet eder.
Ey Rasûl! Rabbin olan Allah'ı boyun eğerek, tevazu ve korku içinde zikret. Günün ilk vaktinde ve sonunda bu iki vaktin faziletini elde etmek için dua ederken ne sesini yükselt, ne de alçalt. Allah Teâlâ'yı zikretmekten gafil olma.
Ey Rasûl! Rabbin katındaki melekler her noksanlıktan münezzeh olan Yüce Allah'a ibadet etmede büyüklenmezler. Bilâkis itaat eder, gevşeklik göstermeden ve ihmal etmeden sürekli ibadete yönelirler. Onlar, Yüce Allah'ı layık olmayan şeylerden gece gündüz tenzih eder ve yalnızca O'na secde ederler.
Icon