ترجمة سورة يونس

الترجمة التركية للمختصر في تفسير القرآن الكريم
ترجمة معاني سورة يونس باللغة التركية من كتاب الترجمة التركية للمختصر في تفسير القرآن الكريم .
من تأليف: مركز تفسير للدراسات القرآنية .

Elif Lâm Râ. Bunun bir benzeri Bakara Sûresi'nin başında geçmişti. Okunan bu ayetler, Kur'an'ın muhkem, kusursuz, hikmet ve hükümleri kapsayıcı ayetlerinin yer aldığı bir suredir.
Kendi soylarından bir adama: İnsanları Allah'ın azabı ile uyar diye ona emretmemiz insanları şaşırmaya mı itti ? -Ey Peygamber!- Allah'a iman edenleri kendilerini sevindirecek olan şey ile müjdele! Önceden yaptıkları salih amellere karşılık olarak onlar için Rableri katında yüce makamlar vardır. Kâfirler: "Şüphesiz bu ayetleri getiren adam sihri apaçık olan bir sihirbazdır." dediler.
Ey hayrete düşen kimseler! Şüphesiz sizin Rabbiniz, bu azametiyle gökleri altı günde, yeri de genişliğiyle altı günde yaratan ve sonra Arş'a yükselendir. Nasıl olur da sizin içinizden bir adamı size göndermesine hayret ediyorsunuz! Geniş mülkünde tek başına dilediği hükmü verip gerçekleştiren O'dur. O'nun katında bir kimsenin herhangi bir hususta şefaatçi olması iznine bağlıdır. İşte bu sıfatlara sahip olan sizin Rabbiniz Allah'tır. O halde ibadetinizi sadece O'na yapın. O'nun birliğine ve tek olduğuna delalet eden bu kanıtlardan ve delillerden öğüt almaz mısınız? Kim azıcık öğüt almış ise onu bilir ve iman eder.
Yaptığınız amellerin karşılığını vermesi için kıyamet günü dönüşünüz O'nadır. Allah, insanlara vaadinden dönmeyeceği bir söz vermiştir (ki O, asla vaadinden dönmez). O, buna kâdirdir. O, daha önce hiçbir örneği görülmemiş şekilde mahlûkatı yaratan sonra da ölümünden sonra yeniden diriltendir. Bu, iman edip salih ameller işleyenlere iyiliklerinden hiçbir şey eksiltilmeden, kötülüklerinden hiçbir şey arttırmadan yaptıkları amellerinin karşılığını adaletli bir şekilde vermesi içindir. Allah'ı ve peygamberlerini inkâr eden kâfirlere gelince, kâfirlik yaptıkları için onlara son derece sıcak bir içecek vardır. Bağırsaklarını parçalar. Allah'ı ve peygamberlerini inkâr etmeleri sebebi ile acıklı azap da onlar içindir.
O (Allah), güneşi ışık saçan ve ışığı yayan bir varlık olarak yarattı. Ayı ise, kendisi ile aydınlanılan bir nur/aydınlık kılmıştır. Aya, 28 konaklama yeri takdir etti. Bir konaklama yerinin mesafesi bir gün ve gecedir. -Ey insanlar!- Böyle takdir etmiştir ki, insanlar güneş ile günlerin sayısını ay ile de ayların ve yılların sayılarını bilsinler. Allah'ın, kudretini ve yüceliğini insanlara göstermek için göklerde ve yerde yarattığı ne varsa bunların hepsi bir haktır. Yüce Allah, kendisinin birliğine delalet eden açık delilleri ve bariz kanıtları, delil getirmeyi bilen bir toplum için işte böyle açıklar.
Gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, karanlık ile aydınlığın birbirine eşlik etmesinde, gece ile gündüzden birinin kısa ve uzun olmasında, göklerde ve yerdeki mahlûkatta, emirlerini yerine getirip yasaklarından kaçınmak suretiyle Allah'tan hakkıyla sakınan kimseler için Allah'ın kudretine delalet eden deliller/ayetler vardır.
Allah'a kavuşmayı ummayan ve kalıcı olan ahiret hayatı yerine geçici olan ve nefislerinin de kendisi ile huzur bulduğu dünya hayatına razı olan kâfirler var ya işte onlar, Allah'ın ayetlerinden ve delillerinden yüz çevirmişlerdir. Bunu umursamazlar.
İşte bu nitelikler ile vasıflanmış olan kimselerin barınaklarının ateş olmasının sebebi, onların kıyamet gününü yalanlama ve inkâr suçunu işlemeleridir.
Allah, iman edip salih amel işleyenleri rızasına ulaştıran salih amelleri işlemeleri için doğru yola hidayet ederek rızıklandırır. Bu, onların iman etmeleri sebebiyledir. Sonra Allah, onları kıyamet günü daimi olan ve altlarından ırmaklar akan Naim Cennetleri'ne girdirecektir.
Onların Cennet'teki duaları; Allah’ı tesbih ve takdis etmek, Allah'ın, meleklerin ve onların birbirlerine olan selamlaşmaları selam sözüdür. Dularının sonu ise bütün mahlûkatın Rabbi olan Allah'ı övmektir.
Eğer Allah -Subhânehu ve Teâlâ-, insanların kızgınlık anında kendi nefislerine, evlatlarına ve malları aleyhine yaptıkları dualarını (beddualarını) kabul etmekte onların hayrı istedikleri dualarını kabul etmesinde acele ettiği gibi acele etseydi onlar helak olurlardı. Fakat yüce Allah, onlara mühlet verir ve O'na kavuşmayı ummayanları kendi hallerine bırakır. Çünkü onlar Allah'ın cezalandırmasından korkmazlar ve O'nun vereceği sevabı da ummazlar. İşte yüce Allah, onları hesap günü kararsızlar, şaşırmışlar ve şüpheciler olarak (bırakıp) terk eder.
Haddi aşarak kendi nefislerine zulmeden insana bir hastalık yahut kötü bir hal isabet ettiğinde yan yatarak, oturarak yahut da ayakta olduğu halde bu durumun kendisinden kaldırılması için yalvarıp yakarır. Duasını kabul edip ondaki kötü durumu ortadan kaldırdığımızda ise sanki içinde bulunduğu o darlığın kendisinden kaldırılması için daha önce bize hiç dua edip yalvarmamış gibi eski haline geri döner. İşte, sapıklığında devam eden (haktan) yüz çeviren bu kimseye yaptığı şey süslü kılındığı gibi küfür ve isyan üzerine yaptıkları amelleri ile haddi aşan, inkâr eden ve günah işleyen ve bunları terk etmeyen kimselere de yaptıkları şey süslü kılındı.
-Ey müşrikler!- Allah'ın Rasûllerini yalanlamaları ve işledikleri günahlar sebebiyle sizden önceki ümmetleri helak ettik. Kendilerine göndermiş olduğumuz elçilerimizin ve onların Rableri katından getirdiklerinin doğruluğuna dair açık delillerimiz geldiği halde iman etmeye hazır olmadıkları için onlar iman üzere olamadılar. Bundan dolayı yüce Allah onları rezil rüsva etti. Onları iman etmeye muvaffak kılmadı. Zalim ümmetleri cezalandırdığımız gibi her zaman ve mekanda onlar gibi olan ümmetleri de cezalandırırız.
Sonra -ey insanlar!- Nasıl amel edeceğinizi görmek için helak ettiğimiz yalanlayıcı ümmetlerden sonra sizleri o ümmetlerin halefi yaptık. Bakalım sizler, hayırlı ameller işleyip bu amellere karşılık sevap mı alacaksınız yoksa kötü ameller işleyip bundan dolayı cezalandırılacak mısınız?
Kendilerine Allah'ın tevhidine (birliğine) delalet eden apaçık Kur'an ayetleri okununca yeniden dirilmeyi ve sevabı ummayan ve cezayı da inkâr edenler: "-Ey Muhammed!- Putlara ibadeti ve diğerlerini lanetlemeyi ihtiva eden bu Kur'an'ı değiştir yahut Kur'an'ın bir kısmını ya da tamamını bizim arzularımıza uyan şeyler ile değiştir." dediler. -Ey Peygamber!- Onlara de ki: "Benim Kur'an'ı değiştirmem doğru olmaz ve benim size, O'ndan gayrısını da getirmeye gücüm yok. Oysa tek olan ve hiçbir ortağı olmayan yüce Allah dilerse o Kur'an'dan dilediği şeyi değiştirir. Ben, Allah'ın bana vahyettiği şeyden başkasına asla tabi olmam. Sizin benden istediğiniz şeye uyarak Allah'a isyan etmekten ve o büyük günün azabından korkarım ki o gün, kıyamet günüdür."
-Ey Peygamber!- De ki: Eğer Allah, Kur'an'ı size okumamamı dilemiş olsaydı onu size okuyamaz ve bildirmezdim. Eğer Allah dileseydi Kur'an'ı size benim dilim ile bildirmezdi. Ben, okumaz ve yazmaz bir halde sizin aranızda uzun bir zaman -kırk sene- kaldım. Ben bu işi istemedim ve araştırmadım. Sizler, benim size getirdiklerimin benim yaptığım bir şey olmadığını ve bunların Allah katından olduğunu akletmiyor musunuz?
Allah adına yalan uydurandan daha zalim kim olabilir? Ben nasıl olur da Kur'an'a iftira atarak değiştirebilirim? İftira ederek Allah'ın sınırlarını aşan kimseler, istedikleri şeyde asla başarıya ulaşamayacaklardır.
Müşrikler, ilah olduğunu iddia ettikleri, kendilerine de hiç bir zarar ve fayda vermeyen şeylere, Allah ile birlikte ibadet ederler. Oysa gerçek ma'bûd dilediği zaman fayda ve zarar verendir. Yine ibadet ettikleri ilahları hakkında şöyle derler: "Onlar Allah katında bize şefaatçidirler. Allah günahlarımız sebebi ile bize azap etmez." -Ey Peygamber!- Onlara de ki: Siz, herşeyi hakkıyla bilen Allah'a, kendisinin bir ortağı olduğunu mu haber veriyorsunuz? Halbuki O, göklerde ve yerde bir ortağı olduğunu bilmemektedir. (Yani O'nun bir ortağı yoktur) Yüce Allah, müşriklerin batıl ve yalan söyledikleri şeylerden uzaktır ve münezzehtir.
İnsanlar, aslında, iman etmiş tevhit ehli tek bir ümmet idi. Fakat sonradan ayrılığa düştüler. Onlardan kimi Mü'min olarak kaldı kimi ise kafir oldu. Eğer Allah tarafından onların aralarında çekiştikleri şeyler hakkında dünyada bir hüküm vermeyeceğine dair takdiri olmasaydı doğru yol üzere olan kimse sapık olan kimseden daha dünyada ayrılarak ortaya çıkardı. Ancak onlar hakkındaki hükmünü kıyamet günü verecektir.
Müşrikler şöyle diyorlar: Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'e O'nun doğru olduğuna dair bir mucize indirilmez mi? dediler. -Ey Peygamber!- Onlara de ki: Mucizeler (ayetler) gaybtır ve bunun ilmi Allah'a aittir. Sizler hissî ayetler hakkında dilediğinizi düşünerek bekleyin. Ben de sizinle birlikte onları bekleyenlerdenim.
Müşriklere isabet eden kuraklık ve fakirlikten sonra yağmur ve bolluk nimeti tattırdığımız zaman onlar, ayetlerimizle alay ederler ve ayetlerimizi yalanlarlar. -Ey Peygamber!- O müşriklere de ki: Allah, tuzağı en hızlı olan ve sizi cezalandırmakta en çabuk olandır. Meleklerden hafaza olanlar, sizin kurduğunuz tuzakları yazarlar. Ondan hiçbir şey o meleklerden kaçamazken, sizi yaratandan nasıl kaçabilir! Allah, kurmuş olduğunuz tuzaklara karşılık olarak sizi cezalandıracaktır.
-Ey insanlar!- Sizleri karada ayaklarınızın ve bineklerinizin üzerinde yürüten O'dur. Denizde gemiler içerisinde sizleri götüren de O'dur. Öyle ki sizler, denizde gemide güzel bir rüzgâr ile mutlu bir şekilde akıp giderken yolcular bu güzel rüzgara sevindiler. Onlar sevinç içindeyken çok kuvvetli bir rüzgar gelir de her taraftan öyle dalgalar gelmeye başlar ki onlar bu dalgalar sebebi ile helak olacaklarını zannettiler. Dini yalnızca Allah'a halis kılıp O'na hiçbir şeyi ortak koşmayarak: Eğer bizi bu helak edici zorluktan kurtarırsan bize bahşettiğin nimetlerden dolayı mutlaka sana şükredenlerden olacağız" diye Allah'a dua ederek yalvarırlar.
Allah, onların dularını kabul edip de onları o sıkıntıdan kurtarınca, küfür, masiyet ve günah işleyerek yeryüzünde bozgunculuk yaparlar. -Ey insanlar!- Sizin taşkınlığınızın zararı sizedir. Sizin taşkınlığınız Allah'a bir zarar veremez. Sizler bu taşkınlığınız ile geçici dünya hayatında faydalanırsınız. Sonra kıyamet günü dönüşünüz bizedir. Size işlemiş olduğunuz günahlarınızı haber vereceğiz ve sizleri işlemiş olduklarınıza karşılık olarak cezalandıracağız.
Sizin kendisinden faydalandığınız çabucak sona eren dünya hayatının örneği, gökten indirdiğimiz su gibidir ki onunla insanların ve hayvanların yiyeceği taneler, ürünler ve bitkiler gürleşip birbirine girer. Yeryüzü tüm güzelliklerini takınıp, süslenip bezenir. Yeryüzünden çeşit çeşit bitkiler çıkar. İnsanlar da yetişen bu bitkileri hasat etmeye güç yetirdiklerini sandıkları bir anda, geceleyin veya gündüzleyin emrimiz gelir de onu sanki çok yakın zamanda yerinde yokmuş gibi kökünden biçilmiş bir hale getiririz. İşte dünya hayatının çabucak bitişini size açıkladığımız gibi deliller ve kanıtlar ile düşünen ve ibret alanlar için ayetleri böylece açıklıyoruz.
Allah, selamet yurdu olan Cennet'ine (Dâru's-Selâm'a) çağırır. İnsanlar orada musibetlerden, endişelerden ve ölümden güvende olurlar. Allah, dilediği kullarını kendilerini selamet yurdu olan bu Cennetlere ulaştıran İslam Dini'ne hidayet eder (iletir).
Allah'ın kendilerine farz kıldığı taatleri en güzel şekilde yerine getirip yasakladığı şeyleri terk eden kimselere güzel bir karşılık vardır. İşte bu karşılık Cennet'tir. Bu karşılıktan daha fazlası da onlar içindir ki, bu Allah'ın kerîm olan vechine bakmaktır. Onların yüzlerine toz ve zillet bulaşmaz. Onları alçaklık/zül ve rezillik kuşatmaz. İşte bunlar, ihsan (iyilik) sıfatı ile sıfatlanmış olan Cennet ashabıdırlar ve onlar orada ebedî kalcıdırlar.
Küfür ve masiyet gibi kötü ameller işleyen kimselere ise ahirette Allah tarafından işledikleri amellerin karşılığı kadar bir ceza vardır. Onların yüzlerini bir toz ve zillet bürümüştür. Allah'ın azabı onların üzerine indiğinde onlardan bu azabı savacak kimse de yoktur. Ateşin ve ateşin dumanının onlara çokça isabet etmesinden dolayı sanki onların yüzlerini gecenin karanlık parçaları kaplamış gibidir. İşte bu sıfatlar ile sıfatlanmış olan kimseler Cehennem ehlidirler ve onlar orada ebedî kalıcıdırlar.
-Ey Peygamber!- Hatırla! Kıyamet günü, mahlûkatın tamamını toplarız ve sonra dünyada Allah'a şirk koşanlara: Ey müşrikler! (Ortak koşanlar!) Haydi siz ve Allah'tan gayrı ibadet ettikleriniz yerlerinizde kalınız deriz. Ve ibadet edilenler (ortak koşulanlar) ile ibadet edenlerin arasını ayırırız. Kendilerine ibadet edilenler (mabutlar), ibadet edenlerden beri olduklarını söyleyerek: "Siz, dünyada iken bize ibadet etmiyordunuz" derler.
İşte burada Allah'tan gayrı ibadet ettikleri ilahları onlardan beri olurlar ve şöyle derler: Allah şahittir ki -O, şahit olarak yeter- biz, sizlerin bize ibadet etmenizden razı olmadık ve size bunu emretmedik. Sizin, bize ibadet ettiğinizi nereden bilebilirdik!
İşte bu büyük yerde her nefis dünya hayatında yaptığı ameller ile imtihan edilir. Müşrikler, hak Rableri olan Allah'a döndürülürler ve yüce Allah onların hesaplarını görür. Onların, iftira ederek şefaatçileri olduklarını iddia ettikleri putları ise yok olup gider.
-Ey Peygamber!- Allah'a ortak koşan o müşriklere de ki: Üzerinize gökten yağmuru indirmek suretiyle sizi rızıklandıran kimdir? Yeryüzünde her türlü bitkiyi bitirmek suretiyle ve içerisinde barındırdığı madenler ile yerden sizi rızıklandıran kimdir? Nutfeden insanı, yumurtadan kuşları çıkarmasında olduğu gibi ölüden diriyi çıkaran kimdir? Aynı şekilde insandan nutfeyi ve kuşlardan da yumurtayı çıkarmasında olduğu gibi diriden ölüyü çıkaran kimdir? Göklerin, yerin ve bunlarda bulunan mahlûkatın işlerini çekip çeviren kimdir? Onlar, bunların hepsini yapan Allah'tır, diye cevap vereceklerdir. Onlara de ki: Bunu bilmez misiniz ve emirlerini yerine getirip yasaklarından kaçınarak Allah'tan sakınmaz mısınız?
Ey insanlar! İşte bunların hepsini yapan ve sizin işlerinizi çekip çeviren sizi yaratan tek hak ilah olan Allah'tır. Hakkı öğrendikten sonra haktan uzaklaşıp zayi olmaktan başka ne vardır? Akıllarınız, bu apaçık haktan ayrılıp nereye gidiyor?
-Ey Peygamber!- Yüce Allah için hak olan rububiyet sabit olduğu gibi inat ile haktan çıkanların iman etmeyeceklerine dair Rabbinin kaderî sözü onlar üzerine hak olmuştur.
-Ey Peygamber!- O müşriklere de ki: Sizin Allah'tan gayrı ibadet edip Allah'a ortak koştuklarınız arasında daha önce bir benzeri olmaksızın yaratan sonra da ölümünden sonra o şeyi dirilten bir kimse var mıdır? Ey Peygamber! Onlara de ki: Daha önce bir benzeri olmaksızın yaratan ve ölümünden sonra o şeyi yeniden dirilten Allah'tır. -Ey müşrikler!- O halde nasıl oluyor da haktan batıla dönüyorsunuz?
-Ey Peygamber!- Onlara de ki: Allah'tan gayrı kendilerine taparak Allah'a ortak koştuklarınızdan sizi hakka ileten var mı? Onlara de ki: Yalnız yüce Allah, hakka hidayet eder ve (O'nun bir ortağı yoktur, yine onlara de ki:) insanları hakka hidayet eden mi uyulmaya daha layıktır yoksa başkasının ona hidayet etmediği müddetçe kendi kendine doğru yolu bulamayan sizin de kendilerine ibadet ettiğiniz mabutlarınız mı? Size ne oluyor da onların Allah'a ortak olduklarını idda ettiğinizde nasıl oluyor da batıl ile hükmediyorsunuz? Allah, sizin söylediklerinizden çok yüce ve büyüktür.
Müşriklerin çoğu hakkında bilgilerinin olmadığı şeylere vehm ve şüphe ederek tabi olmaktadırlar. Şüphesiz şek, ilmin yerini tutamaz. İlmin yerine geçmez. Muhakkak ki Allah, onların yaptıklarını çok iyi bilir. Onların yaptıklarından hiçbir şey Allah'a gizli kalmaz. Allah, onlara yaptıklarının karşılığını verecektir.
İnsanların, bir benzerini getirmekten aciz kalmaları sebebi ile Kur'an hakkında onun uydurma olduğunu söylemeleri ve Kur'an'ı Allah'tan başkasına nispet etmeleri doğru değildir. Kur'an, kendinden önce indirilmiş olan kitapları tasdik eden ve onların içerisinde yer alan mücmel hükümleri açıklayan bir kitaptır. Hiçbir şüphe yoktur ki, Kur'an bütün yaratılmışların Rabbi olan Allah -Subhânehu ve Teâlâ- tarafından indirilmiştir.
Bilakis o müşrikler şöyle mi diyorlar?: Bu Kur'an'ı, Muhammed kendi nefsinden uydurdu. Sonra da Allah Teâlâ'ya nispet etti. -Ey Peygamber!- Onlara cevap olarak şöyle de: Ben de sizin gibi bir beşer olduğum halde Kur'an'ı benim uydurduğumu iddia ediyorsanız o halde sizler de onun bir sûresinin benzerini getirin. Kur'an'ın uydurma ve yalan olduğu iddiasında sadık kimselerseniz size yardım etmesi için gücünüzün yettiği kimseleri de çağırın. Siz bunu yapamazsınız ve -belagat ve dil ehli kimseler olduğunuz halde- buna güç yetirememeniz Kur'an'ın Allah Teâlâ katından indirilmiş olduğuna delildir.
Onlar icabet etmediler, aksine anlayıp tedebbür etmeden ve kendisi ile uyarıldıkları o azap gerçekleşmeden önce Kur'an'ı yalanlamakta birbirleri ile yarıştılar. Halbuki bu azabın gelme vakti yakınlaştı. İşte bunların yalandıkları gibi geçmiş ümmetler de yalanlamışlardı. Onlara inen azap inivermişti. -Ey Peygamber!- Yalanlayan o ümmetlerin sonlarının nasıl olduğuna bir bak! Allah onları helak etti.
Müşriklerden kimileri ölmeden önce Kur'an'a iman edecek, kimileri ise ölünceye kadar inatları ve kibirleri sebebi ile iman etmeyecektir. -Ey Peygamber!- Bil ki Rabbin, küfür üzerinde ısrar edenleri en iyi bilendir ve küfürlerine karşılık olarak onları cezalandıracaktır.
-Ey Peygamber!- Eğer kavmin seni yalanlarsa onlara de ki: "Benim amelimin sevabı banadır ve amellerimin getireceği şeyi ben yüklenirim. Sizin yaptığınız amellerin karşılığı ise sizedir. Amellerinizin cezasını çekecek olanlar da sizlersiniz. Sizler, benim yaptıklarımın sonucundan berisiniz, ben de sizin yaptıklarınızın sonucundan beriyim."
-Ey Rasul!- Kur'an okuduğun zaman müşriklerden kabul etmeden ve boyun eğmeden sana kulak verenler vardır. Sen, işitme özelliği alınan bir kimseye işittirmeye güç yetirebilir misin? Aynı şekilde sen, hakkı işitmek hususunda sağır olan ve hakkı akletmeyen kimseleri doğru yola iletmeye de güç yetiremezsin.
-Ey Peygamber!- Müşriklerden bakışları ile basiretsizce sana bakanlar vardır. Gözleri/bakışları kendilerinden alınmış olanlara sen gösterebilir misin? Muhakkak ki sen buna güç yetiremezsin ve aynı şekilde basiretini kaybetmiş olan kimseye de hidayet edemezsin.
Muhakkak ki Allah, kullarına zulmetmekten münezzehdir. O, kullarına zerre (karınca yavrusu) kadar dahi zulmetmez. Fakat onlar, batılda ısrar etmek, büyüklenmek ve inat sebebiyle kendilerini helâka götüren yerlere götürerek kendilerine zulmederler.
Yüce Allah, kıyamet günü insanları topladığında onlar, dünya ve berzah hayatlarında gündüzden belirli bir vakit kalmış gibi olacaklardır. Daha fazla değil. O gün orada birbirlerini tanırlar. Sonra kıyamet gününün şiddetinden ve zorluğundan dolayı birbirlerini tanımaları kesiliverir. Kıyamet günü Rableri ile karşılaşmayı yalanlayanlar hüsrana uğramışlardır. Dünyada iken yeniden dirilmeye iman edenlerden olsalardı hüsrandan kurtulacaklardı.
-Ey Peygamber!- Ya senin vefatından önce onlara vadetmiş olduğumuz azabın bir kısmını gösteririz ya da seni bundan önce vefat ettiririz. Her iki durumda da kıyamet günü onların dönüşü bizedir. Sonra Allah, onların yapmakta oldukları şeylerden haberdardır. Onların yaptıklarından hiçbir şey O'na gizli kalmaz. Yüce Allah, amellerinin karşılığını onlara verecektir.
Geçmiş her ümmetin kendilerine gönderilmiş olan bir peygamberi vardır. Kendilerine tebliğ olunması istenen şey onlara ulaşıp da onu yalanladıklarında peygamber ve o peygamberin gönderildiği ümmet arasında adaletle hükmedilir. Allah, o peygamberi fazlı ile kurtarır ve onları da adil bir şekilde helak eder. Amellerinin karşılığının verilmesi hususunda onlara hiçbir şekilde zulmedilmez.
Ve işte o meydan okuyan inatçı kâfirler şöyle derler: "Eğer iddianızda doğru kimseler iseniz bize vadettiğiniz o azap ne zamandır?"
-Ey Peygamber!- Onlara de ki: Ben, Allah'ın dilemesi dışında kendi nefsimden bir zararı savmaya veya kendi nefsime bir fayda vermeye sahip değilken nasıl olur da bir başkasından bir zararı savabilir yahut ona bir fayda verebilirim? Ve ben, bunların gaybını nasıl bilebilirim? Ümmetlerden, Allah'ın kendilerini helak etmek ile tehdit ettiği her ümmetin helak edilmeleri için kendilerine belirlenmiş olan bir zaman vardır. Bunun ne zaman olacağını sadece Allah bilir. Onların helak edilecekleri o vakit (ecel) geldiğinde ise artık o (helak) ne bir saat geri kalır, ne de ileri gider.
-Ey Peygamber!- Azabın gelmesi hususunda acele edenlere de ki: Allah'ın azabı size, gecenin yahut gündüzün herhangi bir vaktinde gelecek olsa bu azaptan hangisini istemekte acele ettiğinizi bana haber verin?
Size vadolunan o azap geldikten sonra, daha önce iman etmemiş iken, iman etmenim hiçbir kimseye fayda vermediği bu zamanda mı iman ediyorsunuz? Yani şimdi mi iman etmek aklınıza geldi? Oysa sizler, yalanlamak suretiyle o azabın çabucak gelmesini istiyordunuz.
Onlar azaba sokulduktan sonra oradan çıkmayı isterler. Bunun üzerine onlara şöyle denir: Ahirette devamlı olan azabı tadın. Küfür ve masiyet olarak yapmış olduğunuzdan başka bir karşılık bulamayacaksınız?
-Ey Peygamber!- Müşrikler soruyorlar: "Bizim kendisi ile vadolunduğumuz bu azap gerçek mi?" Onlara de ki: "Evet! Muhakkak ki -Allah'a yemin olsun ki- bu, haktır ve sizler bu azaptan kurtulacak değilsiniz!"
Allah'a ortak koşan her müşrik, eğer Allah'ın azabından kurtulmak için yeryüzündeki bütün değerli mallarını fidye olarak vermek için kendisine fırsat verilseydi bunu yapardı. Müşrikler, kıyamet günü azabı gördükleri zaman inkârlarından dolayı pişmanlıklarını gizlerler. Yüce Allah, onların aralarında adaletle hükmeder ve onlara zulmedilmez. Ancak onlara yaptıklarının karşılığı ile muamele edilir.
Muhakkak ki göklerin ve yerin mülkü sadece Allah'ındır. Allah'ın, kâfirleri cezalandıracağına dair vaadi haktır, bunda şüphe yoktur ve bu gerçekleşecektir. Fakat onların çoğu bunu bilmezler. Onlar şüphe etmektedirler.
Ölüleri dirilten ve dirileri öldüren Allah -Subhânehu ve Teâlâ-'dır. Kıyamet günü dönüşünüz de sadece O'nadır. Size de amellerinizin karşılığını verecektir.
-Ey insanlar!- Size içerisinde bir hatırlatma, bir müjdeleme ve korkutma olan Kur'an gelmiştir ki onda, kalplerde var olan şüphe ve kuşku gibi hastalıkların şifası, hak yola irşad ve Mü'minler için bir rahmet vardır. Ancak iman edenler Kur'an'dan yararlanırlar.
-Ey Peygamber!- İnsanlara de ki; size Kur'an ile getirdiklerim Allah'tan bir lütuf ve rahmettir. O halde sizler, Allah'ın size karşı lütfu ve O'ndan bir rahmet olan bu Kur'an'ın inişi ile sevinin, bu ikisi dışında başka bir şey ile değil. Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'in Rabbinden size getirmiş olduğu, sizin toplamış olduğunuz fani dünya metaından/malından daha hayırlıdır.
-Ey Peygamber!- O müşriklere de ki: Allah'ın size indirmiş olduğu rızık hakkında hevanız ile dilediğinizi yaparak o rızkın kimini haram kimini de helal kıldınız. Onlara de ki: Bana haber verin! Sizin, helal kıldıklarınızı helal kılmanıza ve haram kıldıklarınızı da haram kılmanıza Allah mı izin verdi.? Yoksa siz, Allah adına iftira atıp yalan uyduruyorsunuz.
Allah'a karşı yalan uyduranların kıyamet günü başlarına gelecek hakkındaki kanaatleri nedir? Yoksa onlar, Allah'ın kendilerini affedeceğini mi zannediyorlar? Bu çok uzaktır. Şüphesiz Allah insanlara karşı, onları cezalandırmakta acele etmemesi ve kendilerine mühlet vermesi ile lütufta bulunmuştur. Fakat onların çoğu Allah'ın nimetlerine karşı nankörlük edip şükretmezler.
Ey Peygamber! Sen herhangi bir işte olsan, Kur'an'dan birşey okusan ve sizler -Ey müminler!- herhangi bir amelde bulunsanız biz, sizin ne yaptığınızı bilir, sizi görür ve işitiriz. Göklerde ve yerde zerre (ufak karınca) ağırlığınca yahut ondan daha hafif ya da daha ağır da olsa hiçbir şey Rabbinden gizli kalmaz. Bunların hepsi küçük büyük hiçbir şeyi bırakmadan herşeyi yazan apaçık bir kitapta kayıtlıdır.
Allah'ın veli kulları için karşılaşacakları kıyamet gününün korkularından dolayı bir endişe yoktur. Aynı şekilde dünyada iken dünyanın hayırlarından elde edemedikleri şeylere dair de bir üzüntüleri yoktur.
İşte Allah’a ve Rasûlüne -sallallahu aleyhi ve sellem-'e iman etmekle vasıflanan bu veli kullar, emirlerini yerine getirip yasaklarından kaçınmak sureti ile Allah’tan sakınırlar.
Onlar için dünyada Rablerinden salih rüya yahut insanların onları övmesi şeklinde bir müjde, ruhları alınırken, ölümden sonra ve mahşerde ise melekler tarafından bir müjde vardır. Allah’ın onlara olan vaadinde bir değişme yoktur. İşte bu karşılık, içerisinde elde edilmesi istenen şeyin olduğu ve korkulandan kurtuluş olduğu için büyük bir kazançtır/muvaffakiyettir.
-Ey Peygamber!- Senin dinini kötüleyen ve ayıplayan bu kimselerden dolayı üzülme! Üstün gelmek ve yenmek bunların hepsi şüphesiz Allah'ındır. Hiçbir şey Allah Teâlâ'yı aciz bırakamaz. O, onların sözlerini hakkıyla işitmekte ve yaptıklarını hakkıyla bilmektedir. Ona karşılık olarak onları mükâfatlandıracaktır.
Göklerde ve yerde var olan herşeyin mülkü sadece Allah'ındır. Allah'tan başkasına kulluk eden müşrikler neye tabi oluyorlar? Hakikatte onlar, şüpheden başka bir şeye tabi olmuyorlar. Ve onlar Allah'a nispet ettikleri ortaklar ile sadece yalan söylüyorlar. Allah -Subhânehu ve Teâlâ-, onların söylediklerinden münezzehtir, çok yücedir, çok büyüktür.
-Ey insanlar!- İşte O (Allah), siz hareketten ve yorgunluktan dinlenesiniz diye geceyi yaratan ve yaşamınızda size aydınlığı ile faydası olması için gündüzü aydınlık kılandır. İşte bunda kulak verip ibret alan bir toplum için açık deliller vardır.
Müşriklerden bir grup şöyle dediler: Allah melekleri (Kendine) kızlar edindi. Allah -Subhânehu ve Teâlâ-, onların söylediklerinden yücedir. Allah Teâlâ, yarattıklarının hiçbirine muhtaç değildir. O, onlardan müstağnidir. Göklerde ve yerdeki herşeyin mülkü O'nundur. -Ey müşrikler!- Sizin söylediğiniz bu söze dair yanınızda bir deliliniz yoktur. Siz bir deliliniz olmadığı ve hakikatini bilmediğiniz halde delilsizce -Allah'a bir çocuk isnad etmekle- Allah'a karşı büyük bir söz mü söylüyorsunuz?
-Ey Peygamber!- Onlara de ki: Allah hakkında yalan uydurup da O'na bir çocuk isnad edenler (o bir çocuk edindi diyenler) istediklerini elde edemeyecekler ve korktukları şeyden de kurtulamayacaklardır.
Dünyanın, istifade ettikleri lezzetleri ve nimetleri ile aldanmasınlar. Dünyanın lezzetleri ve nimetleri geçicidir. Sonra kıyamet günü onların dönüşü bizedir. Sonra biz, Allah'ı inkâr etmeleri ve Allah'ın Rasûlünü de yalanlamaları sebebi ile onlara şiddetli bir azap tattırırız.
-Ey Peygamber!- O yalanlayan müşriklere, Nuh -aleyhisselam- kavmine şöyle dediği zaman ki haberi ver: Eğer benim (aranızda) durmam ve Allah'ın ayetlerini size hatırlatmam ve size vaaz-u nasihatte bulunmam ağır geldi ise ve sizler beni öldürmeye azmettiyseniz ben sizin bana yapmak istediğiniz şeyi boşa çıkarması için yalnızca Allah'a dayanıp güvendim. Siz de yardım etmeleri için ilahlarınızı çağırın. Sonra sizin tuzağınız bir sır olarak kalmasın. Ortaklarınızla beraber toplanıp yapacağınızı kararlaştırın. Sonra (vereceğiniz) hükmü, bana uygulayın ve bana bir an da olsa mühlet vermeyin.
Eğer siz, benim davetimden yüz çevirirseniz, biliyorsunuz ki ben, Rabbimin mesajını/davetini size tebliğ ettiğim için sizden bir ücret talep etmedim. Siz iman da etseniz inkâr da etseniz, benim sevabım Allah'a aittir. Yüce Allah, bana taat ve salih amel ile kendisine boyun eğmemi emretti.
Kavmi onu (Nuh -aleyhisselam-'ı) yalanladılar, onu tasdik etmediler. Biz de onu ve onunla birlikte gemide bulunan Mü'minleri kurtardık. Onları kendilerinden öncekilere halifeler kıldık ve onun getirmiş olduğu ayetleri ve delilleri yalanlayanları ise tufan ile boğduk. -Ey Peygamber!- Nuh -aleyhisselam-'ın kendilerini uyardığı, iman etmeyen o kavmin sonunun nasıl olduğuna bir bak!
Sonra Nuh -aleyhisselam-'dan bir müddet sonra kendi toplumlarına peygamberler gönderdik. O peygamberler, ümmetlerine ayetler ve deliller ile geldiler. Daha önce peygamberleri yalanlamalarındaki ısrarları sebebi ile zaten inanma istekleri de yoktu. Allah da onların kalplerini mühürledi. Tıpkı önceki peygamberlere tabi olan kimselerin kalplerini mühürlediğimiz gibi her zaman ve mekânda Allah'ın sınırlarını aşan ve O'nu inkâr eden kâfirlerin de kalplerini mühürledik.
O peygamberlerden bir zaman sonra Musa -aleyhisselam- ve onun kardeşi Harûn -aleyhisselam-’ı Mısır hükümdarına ve onun kavminin büyüklerine gönderdik. Bu ikisini -aleyhimesselam-, doğruluklarına dair deliller ile gönderdik. Bunun üzerine onlar, ikisinin (Musa ve Harun’un) getirdiklerine iman etmekten büyüklendiler. Onlar, Allah’ı inkâr etmeleri ve Allah’ın peygamberlerini yalanlamaları sebebi ile günahkâr kimselerden oldular.
Firavun ve onun kavminden olan büyük kimseler geldiklerinde Musa ve Harun -aleyhimesselam-'ın getirdiği dindeki, Musa -aleyhisselam-'ın doğruluğuna delalet eden ayetler için şöyle dediler: "Elbette bu, apaçık bir sihirdir. Bu gerçek değildir."
Musa -aleyhisselam-, onları kınayarak dedi ki: "Hak size geldiği zaman, o sihirdir mi diyorsunuz? Hayır! O sihir değildir ve ben biliyorum ki sihir yapan kimse asla iflah olmaz. Ben nasıl olur da böyle bir şeye el uzatırım/bununla teamül ederim?"
Firavun'un kavmi, Musa -aleyhisselam-'a şöyle diyerek cevap verdiler: Sen bize, din hususunda babalarımızı bulduğumuz yoldan bizi çevirmek için ve mülk senin ve kardeşinin olsun diye mi geldin? -Ey Musa ve Harun!- Biz sizin ikinizin bize gönderilmiş elçiler olduğunuzu kabul ediciler değiliz.
Firavun şöyle dedi: "Sihri iyi bilen bütün becerikli sihirbazları bana getirin!"
Firavun, sihirbazlar ile gelince Musa -aleyhisselam- onlara karşı yardım olunacağından emin bir şekilde sihirbazlara şöyle dedi: "Ne atacaksanız atın!"
Onlar, yanlarında bulunan sihri atınca, Musa -aleyhisselam- onlara şöyle dedi: Sizin gösterdiğiniz şey sihirdir. Muhakkak ki Allah, onu hiçbir etkisi olmayacak şekilde boşa çıkaracaktır. Şüphesiz sizler, yaptığınız sihrinizle yeryüzünde bozgunculuk yapmaktasınız. Yüce Allah, bozgunculuk yapan kimsenin işini düzeltmez.
Firavun ailesinden olan mücrim kâfirler (suçlular) hoşlanmasalar da Allah -Subhânuhu ve Teâlâ-, hakkı sabit kılacak ve onu kaderî sözleri ve delillerden oluşan şer'î sözleri (kelimeleri) ile güçlendirecek/hakim kılacaktır.
Bu topluluk inanmayıp, yüz çevirmekte ısrar etti. Açık ayetler (mucizeler) ve apaçık delilleri getirdiği halde iman ettikleri ortaya çıkacak olursa Firavun ve kavminin büyüklerinin kendilerini imandan döndürmelerinden ve işkence etmelerinden korktuklarından dolayı kendi kavmi olan İsrailoğulları'ndan gençlerden başka Musa -aleyhisselam-'ı tasdik eden olmadı. Firavun; Mısır'a ve Mısır ehline musallat olmuş büyüklenen bir kimseydi. O; küfürde ve İsrailoğulları'nı öldürmekte ve onlara işkence etmekte haddi aşmış bir kimse idi.
Musa -aleyhisselam- kavmine dedi ki: "Ey kavmim! Eğer gerçekten Allah’a iman ettiyseniz ve O'na teslim olduysanız sadece O'na güvenip dayanın. Allah'a tevekkül etmek, sizden kötülüğü def eder ve size hayrı getirir."
Onlar Musa -aleyhisselam-'a şöyle cevap verdiler: Bizler sadece Allah'a günenip dayandık. Ey Rabbimiz! Zalimleri bizim üzerimize musallat etme! Yoksa onlar; öldürme, işkence etme ve yolumuzdan çevirme ile bizi dinimizde fitneye sokarlar.
Ve -Ey Rabbimiz!- rahmetinle bizi, Firavun'un kâfir kavminin elinden kurtar. Onlar, bizleri kendilerine köle yaptılar, acı çektirme ve öldürme ile bize zulmettiler.
Musa -aleyhisselam- ve kardeşi Harun -aleyhisselam-'a, sadece Allah'a ibadet etmek için kavminize evler edinin. Evlerinizi kıble cihetine (Beytu'l-Makdis'e) çevirin ve namazları tam olarak kılın! diye vahyettik. -Ey Musa!- Mü'minlere, onları sevindirecek olan, Allah'ın kendilerine olan yardımını, düşmanlarını helâk etmesini ve onları yeryüzüne halife kılacağını haber ver!
Musa -aleyhisselam- şöyle dedi: Ey Rabbimiz! Muhakkak ki sen, Firavun'a ve onun kavminin ileri gelenlerine bu dünya hayatında ziynetler ve mallar verdin. Onlara verdiklerine karşı sana şükretmediler. Aksine bunları, senin yolundan saptırmak için kullandılar. Rabbimiz! Onların mallarını yok et ve kalplerini katılaştır. Onlara imanlarının fayda vermediği zaman elem verici azabı gördükleri anda ancak o zaman iman ederler.
Yüce Allah şöyle buyurdu: -Ey Musa ve Hârun- Ben, ikinizin de Firavun ve onun kavminin ileri gelenlerine yaptığınız bedduanızı kabul ettim. Siz, dininiz üzerinde sebat edin ve sakın hak yolu bilmeyen cahillerin yoluna uyarak sapmayın.
Yarılmasından sonra İsrailoğulları'na denizden geçişi kolaylaştırdık. Böylece onlar denizden geçmişlerdi. Firavun ve ordusu ise zulüm ve taşkınlıkla onlara yetişmiş fakat deniz onu sıkıştırıp da boğulacağı zaman kurtulmaktan ümidini kesmişti. Ve şöyle demişti: "İsrailoğulları'nın iman ettiği hak mabuddan başka ilah olmadığına iman ettim. Ben de itaatle O'na boyun eğenlerdenim."
Hayattan ümidini kestikten sonra şimdi mi iman ediyorsun? Ey Firavun! Muhakkak ki sen, azabın inmesinden önce onu inkâr edip yolundan alıkoyarak Allah'a isyan ettin. Sen, kendinin yoldan çıkması ve kendin dışındakileri de saptırmak suretiyle bozgunculardan olmuştun.
-Ey Firavun! Biz, seni denizden çıkaracağız ve senden sonra gelecek olan kimselere ibret olman için seni yerden yüksek bir yere koyacağız. Muhakkak ki insanların çoğu, bizim kanıtlarımızdan ve kudretimizi gösteren delillerden gafildirler. Bunlar hakkında iyice düşünmezler.
İsrailoğulları'nı, övülmüş ve razı olunan mübarek Şam beldesine yerleştirmiş, helal ve temiz yiyeceklerle onları rızıklandırmıştık. Kendilerine Tevrat'tan Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'in özelliklerine dair, okuduklarını doğrulayan Kur'an gelinceye kadar dinlerinde ayrılığa düşmemişlerdi. Onlar, bunu inkâr edince vatanları ellerinden alındı. -Ey Peygamber!- Şüphesiz Rabbin, anlaşamadıkları konu hakkında kıyamet günü aralarında hüküm verecektir. Onlardan haklı olana da haksız olana da her ikisinin de hak ettiği karşılığı verecektir.
-Ey Peygamber!- Eğer sana Kur'an'dan indirdiklerimizden dolayı kuşku ve şaşkınlık içerisinde isen, İman eden Yahudilerden Tevrat'ı okuyanlara ve Hristiyanlardan İncil'i okuyanlara sor. Onlar; onun özelliklerine dair kitaplarında (Tevrat ve İncil'de) bulduklarına binaen sana indirilenin hak olduğunu haber vereceklerdir. İçerisinde hiçbir şüphe olmayan hak sana Rabbin tarafından gelmiştir. O halde sakın şüphe edenlerden olma!
Ve sakın Allah'ın delillerini ve kesin kanıtlarını yalanlayıp küfürleri (inkârları) sebebi ile kendilerini helâka sevk edip kendi nefislerini ziyana uğratanlardan olma. Bütün bu uyarılar şüphe etmenin ve yalanlamanın tehlikesini açıklamak için yapılmıştır. Yoksa Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- bu şeylerin (şüphe ve yalanlamanın) kendisinden sadır olması hususunda masumdur.
Küfür üzerinde olmaya ısrar etmeleri sebebiyle Allah Subhânuhu ve Teâlâ'nın küfür üzerine öleceklerine dair hüküm verdiği kimseler; ebediyen iman etmezler.
Kendilerine, şer'î yahut kevni bütün ayetler gelmiş olsa da elem verici azabı müşahede edecekleri ana kadar iman etmezler. İman etmenin kendilerine fayda vermeyeceği zaman iman ederler.
Yunus -aleyhisselam-'ın kavmi hariç kendilerine elçilerimizi göndermiş olduğumuz ülkelerden herhangi bir ülke azabı görmeden önce kabul olunacak iman ile iman etmedi. Oysa ki onlara azabı görmeden önce iman etmeleri fayda verir. Yunus -aleyhisselam-'ın kavmi doğru bir iman ile iman edince onlardan dünya hayatında zillet ve alçaklık azabını kaldırdık ve onları, ecelleri gelinceye kadar faydalandırdık.
-Ey Peygamber!- Eğer Rabbin, yeryüzünde bulunanların tamamının iman etmesini isteseydi onlar iman ederlerdi. Fakat O, hikmeti gereği böyle olmasını dilemedi. O, dilediğini adaleti ile saptırır. Dilediğini ise lütfu ile hidayete erdirir. İman etmeleri için insanları zorlaman senin güç yetireceğin bir şey değil. Onların hidayete ermeleri hususunda muvaffak kılınmaları tek olarak sadece Allah'ın elindedir.
Hiçbir nefis Allah'ın izni olmadan kendiliğinden iman edemez. İman, ancak Allah'ın izni ile olur. Sen kendini onlar için üzme. Yüce Allah; azabı ve alçaklığı delillerini, emirlerini ve yasaklarını idrak etmeyenlerin üzerine indirir.
-Ey Peygamber!- Sana ayetlerden soran müşriklere de ki: Göklerde ve yerde Allah'ın birliğine ve kudretine delalet eden ayetlere bakın da ibret alın! Küfürde ısrar etmeleri sebebi ile iman etmeye istekli olmayan bir kavme ayetlerin ve kesin kanıtların indirilmesi ve peygamberlerin gönderilmesi fayda vermez.
O yalancılar Allah'ın, (peygamberleri) yalanlayan daha önceki ümmetleri uğrattığı benzer azabı mı bekliyorlar? -Ey peygamber!- Onlara de ki: Allah'ın azabını bekleyin! Şüphesiz ben de sizinle birlikte Rabbimin vaadini bekleyenlerdenim.
Sonra onların (yalanlayanların) üzerine azabımızı indiririz ve peygamberlerimizi ve onlarla birlikte iman edenleri ise kurtarırız. Onlara (iman edenlere), kavimlerine isabet eden (ceza) isabet etmez. İşte o peygamberleri ve onlara iman eden Mü'minleri (daha önce) kurtardığımız gibi Allah'ın Rasûlü (Muhammed) -sallallahu aleyhi ve sellem-'i ve onunla birlikte iman eden Mü'minleri de kurtarmak bizim üzerimize sabit olan bir haktır.
-Ey Peygamber!- De ki; Ey insanlar! Sizler, benim sizi çağırdığım dinimden ki o tevhid dinidir şüphe ediyorsanız, ben sizin dininizin bozuk olduğu hususunda kesin inanca sahibim ve sizin dininize tabi olmam. Ve ben sizin, Allah'tan başka ibadet ettiklerinize ibadet etmem (tapmam). Fakat ben, sizi öldürecek olan Allah'a ibadet ederim. Yüce Allah bana kendisine dini halis kılarak iman edenlerden olmamı emretti.
Ve Rabbim bana, hak din üzere olmamı emedip beni, sapmış olan bütün dinlerden uzaklaştırarak hak din üzerinde sabit kıldı. Ve kendisine ortak koşanlardan olmamı bana yasak etti.
-Ey Peygamber!- (Faydanın ve zararın sahibi olan) Allah'ın dışında herhangi bir zarar yahut fayda vermeye sahip olmayan putlara ve bunun dışındaki şeylere sakın dua edip yalvarma! Eğer onlara ibadet edersen şüphesiz sen, Allah'ın ve kendi nefislerinin hakkını çiğneyip haddi aşan zalimlerden olursun.
-Ey peygamber!- Eğer Yüce Allah senin başına bir musibet verecek olursa ve musibetin senden uzaklaşmasını istersen, onu senden Allah -Subhânuhu ve Teâlâ-'dan başkası uzaklaştıracak değildir. Eğer Yüce Allah, sana bir iyilik dilerse O'nun dilediği iyiliği kimse engelleyemez. O, iyiliği kullarından dilediğine eriştirir. O'nu bu hususta zorlayacak yoktur. O kullarından, tevbe edenlere karşı merhamet edendir.
-Ey Peygamber!- De ki: Ey insanlar! Size, Rabbinizden indirilmiş olan Kur'an gelmiştir. Kim hidayete gelir ve Kur'an'a iman ederse bu yaptığının karşılığı fayda olarak kendisine döner. Çünkü Allah -Subhânehu ve Teâlâ-, kullarının yaptıkları ibadetlere ihtiyaç duymaz. Kim de saparsa, onun sapması da sapan kimsenin kendi aleyhinedir. Kullarının günahları Allah'a hiçbir zarar veremez. Ve de ki ben, amellerinizi koruyacak ve sizi amellerinize göre hesaba çekecek değilim.
-Ey Peygamber!- Rabbinden sana vahyolunana uy ve onunla amel et. Kavminden sana karşı çıkanların eziyetlerine karşı ve tebliğ etmekle emrolunduğun şey üzerinde sabırlı ol. Ta ki, Rabbinin dünyada onlara karşı sana olan yardımı ve küfür üzere ölürlerse ahirette onlar için olan azabı ile hükmedinceye kadar bu şekilde yapmaya devam et.
Icon