ترجمة سورة الشورى

الترجمة التركية للمختصر في تفسير القرآن الكريم
ترجمة معاني سورة الشورى باللغة التركية من كتاب الترجمة التركية للمختصر في تفسير القرآن الكريم .
من تأليف: مركز تفسير للدراسات القرآنية .

Hâ, Mîm. Ayn, Sîn, Kâf. Daha önce bu kesik harflerin açıklaması Bakara Suresi'nin başında yapılmıştı.
Hâ, Mîm. Ayn, Sîn, Kâf. Daha önce bu kesik harflerin açıklaması Bakara sûresinin başında yapılmıştı.
Ey Muhammed! Sana gelen bu vahyi ve senden önce gelen Allah'ın peygamberlerine vahyedilenin aynısını vahyeden Yüce Allah, düşmanlarından intikam almada çok güçlüdür. Yüce Allah, yaratmasında işleri çekip çevirmede hikmet sahibidir.
Göklerde ve yerde bulunan her şey bütün mâhlukat, bütün mülkler, bütün düzenlemeler ve yönetmeler O'nundur. O kendi zatında, takdirinde ve her şeye galip gelmesinde çok yücedir ve en üsttedir.
O büyüklüğüne ve yüksekliğine rağmen neredeyse gökler yeryüzünün üzerinde Allah -Subhanehu ve Teâlâ-'nın azametinden çatlayacaklardı. Melekler Rablerine hamd ederek tenzih edip yücelterek boyun eğerler. O'nu yüceltip tazim ediyorlar ve yeryüzündekiler için de Allah'tan bağışlanma dilerler. Yüce Allah, kullarından tevbe edenlerin günahlarını bağışlar ve onlara karşı merhametlidir.
Yüce Allah'ı bırakıp da putlara ibadet edip, kendilerine Allah'tan başka dost edinenlere gelince, Allah Teâlâ onları daima gözetlemektedir. Onların yapmış oldukları amellerini kaydetmektedir. Onlara yapmış oldukları bu amellerinin karşılığını verecektir. -Ey Rasûl!- Sen onların amellerini kaydetmekten sorumlu değilsin. Onların yapmış oldukları amellerinden asla sorulmayacaksın ve sen sadece tebliğcisin.
-Ey Rasûl!- Senden önceki peygamberlere vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik. Biz sana Arapça bir Kur'an vahyettik. Böylece sen Mekke ve çevresinde bulunan Arap şehirlerindeki insanları ve sonrasında da bütün insanları uyarıp, insanları kıyamet günüyle korkutasın. Yüce Allah, o günde öncekileri ve sonrakileri hesap vermeleri için hepsini bir alana toplar. O günün gerçekleşeceğine dair hiçbir şüphe yoktur. Kıyamet gününde insanlar iki kısma ayrılacaklar: Bir kısmı Cennet'teler, onlar da Mü'min olanlardır. Bir kısmı da Cehennem'dedirler ve onlar da kâfirlerdir.
Yüce Allah dileseydi onları İslâm dini üzerine bir tek ümmet kılardı. İslâm dini üzerine tek bir ümmet kılardı ve hepsini birlikte Cennet'e sokardı. Fakat O'nun hikmeti, dilediğini İslâm dinine ve Cennet'e girmesini gerektirdi. Küfür ve isyanlarla kendi nefislerine zulmedenlerin, onlara sahip çıkacak hiçbir dostları ve Allah'ın azabından kurtaracak bir yardımcıları yoktur.
Bilâkis bu müşrikler, Allah'tan başka dostlar edinip onları severler. Hâlbuki gerçek hak dost Yüce Allah'tır. O'nda başkası ise ne fayda verirler ve ne de zarar verirler. O, kıyamet gününde hesaba çekmek için ölüleri tekrar diriltir. O her türlü noksanlıktan münezzehtir ve O'nu hiçbir şey aciz bırakamaz.
-Ey insanlar!- Hakkında ayrılığa düştüğünüz dininizin aslında veya furûunda herhangi bir şeyin hükmünü vermek Allah'a aittir. Bu durumda ya Allah'ın kitabına veya Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in sünnetine müracaat edilir. İşte bu sıfatlarla vasıflanan benim Rabbimdir. Bütün işlerimde yalnız O'na dayanırım ve tevbeyle O'na yönelirim.
Yüce Allah, göklerin ve yerin geçmişte benzeri olmaksızın yaratıcısıdır. Size kendi cinsinizden eşler yaratandır. Sizler için develerden, sığırlardan ve koyunlardan da çiftler yaratmıştır. Onlar hep sizlerin yararı için çoğalırlar. Sizi de sizin için yaratmış olduğu eşler ile evlenmeniz yoluyla yaratır. Yaratmış olduğu hayvanların etlerinden ve sütlerinden sizleri istifade ettirir. Yarattıklarından O'nun benzeri hiçbir şey yoktur. O kullarının konuştuklarını işitendir, yapmış oldukları fiillerini görendir. Yarattıklarından hiçbir şey O'nun elinden kaçmaz. Onlara yapmış oldukları amellerinin karşılığını verecektir. Hayır (zannederse) hayır (bulur), şer (zannederse) şer (bulur).
Göklerin ve yerin anahtarları yalnız O'nundur. Kullarından dilediğine rızkı bol verir ki, onu imtihan etmek için şükür mü yoksa kufür mü edecek ona bakar. Dilediğine de rızkını kısar ki, onu da imtihan etmek için sabredecek mi yoksa Allah'ın kaderine öfkelenip gücenecek mi diye bakar. Şüphesiz O, her şeyi hakkıyla bilendir. Kullarının faydalarından hiçbir şey O'na gizli kalmaz.
-Ey Rasûl!- Sana vahyettiğimiz ve dinden meşru kıldığımız gibi Nuh'a tebliğ etmesini ve amel etmesini emrettik. İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya tebliğ etmesini ve amel etmesini meşru kıldığımız gibi Allah size de meşru kıldı. Hülasa, dini ikame edin ve onda tefrikayı ve ayrılığı bırakın. Fakat müşrikleri kendisine davet ettiğin Allah'ın tevhidi ve O'ndan başkasına ibadet etmeyi terk etmelerini davet etmen onlara zor gelmiştir. Allah, kullarından dilediğini kendisine seçer ve onu kendisine ibadet etmeye ve itaat etmeye muvaffak kılar. Onlardan günahlarından tevbe ederek kendisine dönenleri de hidayet eder.
Kâfirler ve müşrikler ancak Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'in gönderilmesiyle onların üzerine delil ikame edildikten sonra ayrılığa düşmüşlerdir. Ve bu ayrılıkları da ancak zulüm ve haksızlık sebebiyle olmuştur. Eğer Allah'ın ilminde daha önceden belli bir süreye kadar onlardan azabı kıyamet gününe ertelemesi vaadi olmamış olsaydı, mutlaka Allah aralarında hükmederdi. Allah'a küfretmeleri ve rasûllerini yalanlamaları sebebi ile onlara çabucak azaplandırıldı. Şüphesiz Yahudilerden sonra Tevrat'a ve Hristiyanlardan sonra İncil'e varis olanlar ve müşrikler Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'in getirdiği bu Kur'an'ı gerçekten yalanlayarak şüphe içerisinde oldular.
Bu dosdoğru olan dine davet et ve Allah'ın sana emrettiğine uygun şekilde sebat et. Onların asılsız arzularına asla uyma. Onlarla mücadele ve tartıştığında onlara şöyle de: "Ben Allah'a ve rasûllerine indirdiği kitaplara iman ettim. Allah bana sizin aranızda adaletle hükmetmemi emretti. Ben bizim Rabbimiz olan Allah'a ibadet ediyorum. Bizim amellerimiz ister hayır ve ister şer olsun bize; sizin amelleriniz de ister hayır ve ister şer olsun size aittir. Bizimle sizin aranızda delil apaçık ortaya çıktıktan sonra ve yolarımız da belli olduktan sonra artık aramızda bir tartışma yoktur. Yüce Allah hepimizi toplayıp bir araya getirir ve kıyamet gününde dönüş O'nadır. Hepimiz hakettiklerimizin kârlığıyla muamele eder. O zaman sadık olan ile yalancı olan, haklı olan ile haksız olan ortaya çıkar.
İnsanlar Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'e indirilen bu dine icabet ettikten sonra, batıl delillerle bu dinde mücadele edip münakaşa edenlerin delilleri hem Rableri ve hem de Mü'minlerin katında kalıcı değildir ve değersizdir. O delillerin hiçbir tesiri de yoktur. Küfürleri ve hakkı kabul etmemeleri sebebi ile Allah'ın gazabı ve öfkesi onların üzerindedir. Onlar için kıyamet gününde de kendilerini bekleyen şiddetli bir azap vardır.
Kur'an'ı, içinde hiçbir şüphenin olmadığı şekilde indiren Yüce Allah'tır. İnsanların arasında insafla hükmetmek için adaleti indiren de O'dur. Bunların yalanladıkları kıyamet saati yakın olabilir. Bilindiği gibi her gelecek olan yakındır.
Ona (kıyamet gününe) iman etmeyenler, onun çabuk kopmasını isterler. Çünkü onlar hesaba, sevaba ve de cezaya iman etmezler. Allah'a iman edenler ise oraya dönüşlerinden ve orada olacakların sonucundan korktukları için ondan korku içindedirler. Kesin olarak biliyorlar ki, gerçekten onda hiçbir şüphe yoktur. Bilesiniz ki kıyamet hakkında münakaşaya kalkışanlar ve meydana gelmesi hakkında şüpheye düşürmeye çalışanlar haktan uzak bir sapıklık içindedirler.
Yüce Allah, kullarına karşı çok lütufkârdır. Dilediğini rızıklandırır ve ona rızkını genişletir ve dilediğine de rahmet ve şefkat olarak rızkını daraltır. Bunun dışında bir şey görünse dahi bu böyledir. O hiçbir kimsenin mağlup edemeyeceği çok kuvvetli ve güçlü olandır. Düşmanlarından intikam alan Azîz, güçlü ve kudretli olandır.
Kim ahiretin sevabını isterse ve yapmış olduğu amelini de onun için yapıyorsa, onun sevabını bir iyiliğine karşılık on katına ve hatta yedi yüz katına ve daha fazlasına kadar artırırız. Kim sadece dünyayı isterse, biz ona düyada kendisine takdir edilen nasibini veririz. Dünyayı ahirete tercih ettiği için artık onun ahiretten hiçbir nasibi yoktur.
Yoksa o müşriklerin Allah'tan başka ilâhları mı var da; onlara Allah'ın kendilerine izin vermediği şirki ve helal ettiğini haram, haram ettiğini helal kılıyorlar? Eğer Yüce Allah, ihtilaf edenlerin arasını ayırmak için vermiş olduğu hükmü ahirete ertelemiş olmasaydı, muhakkak ki kendilerinin arasında olan bu hükmü aralarında hükmetmek için ertelerdi. Şüphesiz Allah'a şirk koşarak ve isyan ederek kendilerine zulmedenleri, kıyamet gününde bekleyen elem verici azap vardır.
-Ey Rasûl!- Kendi nefislerini şirk ve günahlarla helâk edenleri işlemiş oldukları ve kazanmış oldukları günahların azabından korkan kimseler olarak görürsün. Azap mutlaka başlarına gelecektir ve kesinlikle bunda en ufak şüphe de yoktur.Tevbeden soyutlanmış ve bomboş olan korku onlara kesinlikle fayda vermez. Allah'a ve rasûllerine iman edenler ve salih amel işleyenler ise, Cennet bahçelerinde bolluk içinde yaşıyorlar. Onların Rableri katında kesintiye uğramayan çeşitli nimetler vardır. İşte bu lütuf kendisine yaklaşılamayan büyük lütuftur.
İşte bu, Yüce Allah'ın, Allah'a ve Rasûlüne iman eden ve salih ameller işleyen kullarına Rasûlünün eliyle müjdelediği büyük müjdedir. -Ey Rasûl!- De ki: "Sizi hakka çağırmama karşılık, sizden herhangi bir ücret istemiyorum. Ancak faydası size dönen bir karşılık istiyorum. O da benim size olan akrabalığımdan dolayı beni sevmenizdir." Kim bir iyilik yaparsa, biz de onun bu iyiliğini artırırız. Bir iyilik on misliyle artırılır. Şüphesiz Yüce Allah, kendisine dönüp günahlarından tevbe eden kullarının günahlarını çok bağışlayıcıdır. Kendisinin rızası için yapmış oldukları amellerinin karşılığını verendir.
Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'in bu Kur'an'ı uydurarak onu Rabbine nispet ettiği görüşü müşriklerin ileri sürdüğü bir iddiadır. Yüce Allah, onların bu iddialarına cevap vererek şöyle buyurmuştur: Şayet kendi içinde yalan uydurmak hususunda bir düşünce geçirirsen mutlaka senin kalbini mühürler, iftira edilen batılı da imha ederim. Hakkı güçlü olarak bırakırım. Durum bu şekilde meydana gelmeyince bu husus Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'in sadık olduğuna ve Rabbi tarafından kendisine gerçekten vahyin geldiğine dair bir delil olarak ortaya çıkar. Şüphesiz O, kullarının kalplerinde olanı bilir. O konuda hiçbir şey O'na gizli kalmaz.
O, Allah Subhanehu küfürden ve isyanlardan tevbe ettikleri zaman kendisine tevbe eden kullarının tevbesini kabul edip işlemiş oldukları günahlarını bağışlayandır. Yapmış olduğunuz her şeyi bilendir. Yaptıklarınızdan hiçbir şey O'na gizli kalmaz. Ona karşılık olarak sizi mükâfatlandıracaktır.
Yüce Allah'a ve rasûllerine iman edip salih amel işleyenlerin duasını kabul eder ve O'ndan istemedikleri şeyleri de kendi lütfundan artırarak verir. Allah'a ve rasûllerine küfredenler için ise kıyamet gününde kendilerini bekleyen kuvvetli bir azap vardır.
Eğer Allah, bütün kulları için rızkını bollaştırsaydı, yeryüzünde muhakkak ki azarlardı. Fakat O, rızkını dilediği ölçüde genişletir ve daraltır. Çünkü O, şüphesiz kullarının bütün hallerinden haberdardır ve görür. Bir hikmete binaen verir ve yine bir hikmete binaen men eder.
Kulları ümitlerini kestikten sonra yağmuru indiren ve bu yağmuru her tarafa yayan ve yeryüzünde bitkileri filizlendiren O'dur. O, kullarının bütün işlerinin yapandır. O, bütün halleriyle övülmeye ve hamdedilmeye layık olandır.
Gökler ve yeri yaratması ve bunlar içinde çeşitli ilginç canlıları var etmesi Yüce Allah'ın vahdaniyetinin ve kudretinin sonsuz olduğunu gösteren delillerindendir. O, dilediği zaman onları toplamaya ve yaptıklarının karşlığını vermek için haşretmeye gücü yetendir. Nasıl ki, Yüce Allah'ın onları ilk yaratması O'nu aciz bırakmadı, tekrardan yaratması ve bir araya toplaması da aciz bırakmaz.
-Ey insanlar!- Nefislerinize veya mallarınıza gelen her musibet, sizin kendi elleriniz ile elde ettiğiniz günahların yüzündendir. Böyle olduğu halde Yüce Allah, çoğunu affeder ve sizi sorumlu tutmaz.
Rabbiniz sizi cezalandırmak istediğinde O'nun cezasından kaçarak kurtulamazsınız. O'ndan başka sizin işlerinizi üstlenecek ne bir dostunuz, ne de sizi azaplandırmak istediğinde üzerinizden azabı kaldıracak bir yardımcınız vardır.
Denizde yükseklik ve yücelik bakımından dağlar gibi olan gemilerin akıp gitmesi Allah'ın kudretinin, birliğinin ve vahdaniyetinin delillerindendir.
Yüce Allah, gemileri denizin üzerinde yüzdüren rüzgârları durdurmak isterse durdurur. Böylece denizde hareket etmeden durup sabit kalırlar. Şüphesiz gemilerin yaratılması ve rüzgârların da onları hareket ettirmeleriyle görevlendirilmesinde ve başına gelen bela ve sıkıntılara sabredip Allah'ın kendisine verdiği nimetlere şükreden herkes için Yüce Allah'ın kudretine apaçık deliller vardır.
Bütün noksanlıklardan münezzeh olan Yüce Allah, o gemileri helâk etmek isterse fırtınalı rüzgâr göndererek insanların kazandıkları günahlar sebebi ile onları helâk eder. Kullarının bir çok günahlarını da affeder ve onları günahları sebebi ile de cezalandırmaz.
O gemilerin gönderilen fırtınalı rüzgâr ile helâk edildiği zaman Allah'ın ayetlerini iptal etmek için mücadele edenlerin kendileri için helâk olmaktan kaçıp kurtulacakları hiçbir sığınaklarının olmadığını anlarlar. Allah'tan başkasına yalvarıp dua etmemeleri gerektiğini ve O'ndan başkalarını da bırakıp, terk etmeleri gerektiğini anlarlar.
-Ey insanlar!- Size mal veya şöhret, mevki veya evlat ne verildiyse hepsi bu dünya hayatının geçimliğidir. O ise çabuk geçer ve kesiktir. Devamlı ve kalıcı olan nimetler ise, Allah'a ve rasûllerine iman edenler ve bütün işlerinde yalnız Rablerine itimat edenler için Yüce Allah'ın Cennet'te hazırlamış olduğu nimetlerdir.
Büyük günahlardan ve çirkinliklerden uzak duranlar ve kendilerine söz veya fiil ile kötülük yapanlara kızdıkları zaman onların hatasını affederler ve onun sebebi ile onu cezalandırmazlar. Eğer bunda (bu affetmede) bir hayır ve maslahat var ise, bu af kendilerinden bir lütuftur.
Rablerinin kendilerine yapılmasını emrettiklerini yerine getirmeye ve nehyettiklerini terk etmeye icabet ederler. Namazlarını eksiksiz en kâmil şekilde kılarlar. Kendilerini ilgilendiren önemli meselelerde aralarında istişare ederler ve kendilerine verdiğimiz rızıktan da Allah'ın rızasını kazanmak için infak ederler.
Eğer kendilerine zulmeden kimse affedilmeyi hak etmeyen kimselerden ise, onlar bir haksızlığa uğradıklarında kendi nefislerine ikram etmek ve itibarlı kılmak için yardımlaşırlar. Özellikle de kendilerine zulmedeni affetmelerinde herhangi bir fayda yoksa bu yardımlaşma haklı bir yardımlaşmadır.
Kim hakkını almak isterse alabilir. Fazla olmadan ve haddi aşmadan sadece hakkı kadar alır. Kim kendisine kötülük yapanı affederse ve o kimsenin yapmış olduğu kötülükten dolayı onu kınamaz ve kendisi ile kardeşinin arasını düzeltirse; bu kimsenin sevabı Allah katındadır. Çünkü O; insanlara, mallarına ve ırzlarına zulmeden zalimleri sevmez, hatta nefret eder.
Kim zulme uğradıktan sonra nefsini müdâfa edip hakkını alırsa, işte böyleleri haklarını aldıklarından dolayı kınanmazlar.
Şüphesiz kınama ve ceza, insanlara zulmedenlere ve yeryüzünde isyan ve günah işleyenleredir. Onlar için ahirette acı veren bir azap vardır.
Kim başkasının kendisine yaptığı eziyete karşı sabreder ve onu bağışlarsa, şüphesiz gösterilen o sabır hem kendisine ve hem de topluma hayır getirir. Bu, övgüye layık bir davranıştır. Ancak hayırda büyük nasibi olan kimseler ona muvaffak olurlar.
Yüce Allah kimi haktan saptırıp yüzüstü bırakır, hidayetten alıkoyarsa, ondan sonra onun işlerini üstlenecek kimse yoktur. Nitekim küfürle ve isyanlarla kendilerine zulmedenler, kıyamet gününde azabı gördüklerinde temenni ederek şöyle derler: "Dünyaya tekrar dönmek ve Allah'a tevbe etmek için bir yol yok mu?"
-Ey Rasûl!- Bu zalimler zelil ve rezil halde ateşe arz edildikleri zaman, ateşten aşırı korkularından dolayı başlarını öne eğmiş, göz ucuyla insanlara gizli gizli baktıklarını görürsün. Allah'a ve rasûllerine iman edenler ise şöyle diyeceklerdir: "İşte hakiki olarak ziyana uğrayanlar, kıyamet günü kendilerini ve ailelerini Allah'ın azabı sebebiyle ziyana sokanlardır." Kendi nefislerine küfür, günah ve isyanlarla zulmedenler hiç kesintiye uğramayan devamlı ve ebedî bir azap içerisindedirler.
Kıyamet gününde onları Allah'ın azabından kurtaracak hiçbir dostları yoktur. Yüce Allah'ın haktan saptırıp yüzüstü bıraktığı kimseyi hidayete ve hakka götüren bir yol da yoktur.
-Ey insanlar!- Geldiği zaman onu uzaklaştıracak bir şeyin olmadığı kıyamet günü gelmeden önce Rabbinizin emirlerini yerine getirip yasaklarından uzaklaşın ve bunu ertelemeyi bırakarak O'na icabet edin. O gün sığınacağınız hiçbir yeriniz yoktur. Dünyada yaptığınız günahlarınızı inkâr etmeye kalkışırsanız, sığınacağınız hiçbir bahane de bulamazsınız.
-Ey Rasul!- Eğer benim onlara emrettiklerime karşı yüz çevirirlerse bilesin ki biz, seni onların amellerini tutup denetleyen bir koruyucu olarak göndermedik. Sana düşen sadece tebliğ yapmanı emrettiğim şeyleri tebliğ etmendir. Onların hesabı ise Allah'a aittir. Şurası muhakkak ki biz, insana kendimizden zenginlik, sıhhat gibi bir rahmet tattırdığımız zaman, ona sevinir. Eğer beşerin başına yapmış olduğu günahlarının sebebi ile bir musibet ve bela geldiğinde şüphesiz o zaman insanın tabiatı Allah'ın nimetlerini inkâr edip şükretmemek ve Allah'ın hikmeti gereği takdir ettiğine hoşnutsuzluk duymaktır.
49-50 Göklerin ve yerin mülkü (hükümranlığı) Allah'ındır. Dilediğini erkek veya dişi veya o ikisinden başka bir şey yaratır. İstediğine nesil olarak kız çocuğu verir ve onu erkek çocuklardan mahrum eder. Dilediğine erkek çocuğu verir ve onu kız çocuklardan mahrum eder. Veya dilediğine erkek ve kız çocuğunu birlikte verir. Dilediğini de kısır kimse yapar ve hiç çocuğu olmaz. Şüphesiz, var olan herşeyi ve gelecekte var olacak şeyleri çok iyi bilir. Bu O'nun ilminin tam ve hikmetinin kâmil olduğuna delildir. Hiçbir şey O'na gizli kalmaz. O'nu hiçbir şey aciz bırakamaz.
49-50 Göklerin ve yerin mülkü (hükümranlığı) Allah'ındır. Dilediğini erkek veya dişi olarak yaratır. İstediğine nesil olarak kız çocuğu verir ve onu erkek çocuklardan mahrum eder. Dilediğine erkek çocuğu verir ve onu kız çocuklardan mahrum eder. Veya dilediğine erkek ve kız çocuğunu birlikte verir. Dilediğini de kısır kimse yapar ve hiç çocuğu olmaz. Şüphesiz, var olan herşeyi ve gelecekte var olacak şeyleri çok iyi bilir. Bu O'nun ilminin tam ve hikmetinin kâmil olduğuna delildir. Hiçbir şey O'na gizli kalmaz. O'nu hiçbir şey aciz bırakamaz.
Allah'ın bir beşerle karşılıklı konuşması ancak vahiy yoluyla veya başka şekilde olur. (İnsan) O'nu görmeden söylediği sözlerini duyar veya ona Cibril'i elçi olarak gönderir. Cibril Yüce Allah'ın izniyle beşer olan Rasûle Allah'ın kendisine vahyetmesini dilediğini vahyeder. Şüphesiz her noksanlıktan münezzeh olan Allah zatında ve sıfatlarında pek yücedir, üstündür. Hükmünde, takdirinde ve şeriatında hikmet sahibidir.
-Ey Rasûl!- Senden önce gelen peygamberlere vahyettiğimiz gibi sana kendi katımızdan Kur'an'ı vahyettik. Önceden sen rasûllere indirilen semavî kitaplar nedir ve iman nedir bilmiyordun. Fakat biz bu Kur'an'ı kullarımızdan dilediğimizi kendisiyle hidayet edeceğimiz bir nur kıldık. Şüphesiz sen insanları dosdoğru yola iletiyorsun. O da İslâm dinidir.
Bu yol Allah'ın yoludur. Göklerde ve yerde bulunan her şey yaratma, mülk sevk ve idaresi bakımından tümüyle O'na döner. Bütün işler takdir ve idaresi bakımından yalnızca Yüce Allah'a döner.
Icon