ترجمة سورة هود

الترجمة التركية للمختصر في تفسير القرآن الكريم
ترجمة معاني سورة هود باللغة التركية من كتاب الترجمة التركية للمختصر في تفسير القرآن الكريم .
من تأليف: مركز تفسير للدراسات القرآنية .

Elif, Lâm, Râ: Bu harfler ile alakalı açıklama daha önce Bakara Suresinde geçmişti. Kur'ân, nazım ve anlam olarak ayetleri sağlam ve muhkem kılınmış bir kitaptır. Bu kitapta hiçbir hata ve eksiklik göremezsin. Sonra bu kitapta; idare etmesinde, düzenlemesinde ve şeriat kılmasında hikmet sahibi olan, kullarının her halinden hakkıyla haberdar olan ve kullarının ne ile ıslah olacaklarını bilen Allah -Subhânehu ve Teâlâ- tarafından helal, haram, emirler ve yasaklar, va'd (müjde), vaîd (tehdit ve azap), kıssalar ve diğer şeyler açıklanmıştır.
Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'e indirilen bu ayetlerin içeriği: Kulları, Allah ile beraber başkasına ibadet etmekten alıkoymaktır. (Ey Muhammed) de ki: -Ey insanlar!- şayet siz Allah'ı inkâr eder ve O'na isyan ederseniz sizleri Allah'ın elem verici azabı ile korkutanım. Eğer O'na iman eder ve O'nun dini ile amel ederseniz sizleri bunun sevabı ile müjdelerim.
-Ey insanlar!- Rabbinizden günahlarınız için bağışlanma dileyin ve O'nun hakkında ihmalkâr davrandığınız için pişmanlıkla dönün ki O, sınırlı olan ecelleriniz sona erinceye kadar dünya hayatınızda sizi güzelce faydalandırsın. Her fazilet sahibine tâatinin karşılığını eksiksiz olarak versin. Eğer Rabbimden getirdiklerime iman etmekten yüz çevirirseniz, ben sizin için şiddetli olan o günün -kıyamet gününün- azabından korkarım.
-Ey insanlar!- kıyamet günü dönüşünüz yalnızca Allah'adır. O, Subhânehu ve Teâlâ her şeye kâdirdir. Hiçbir şey O'nu aciz bırakamaz. Sizin yaşatılmanız, ölümünüzden ve tekrar diriltilmenizden sonra hesaba çekilmeniz O'nu aciz bırakamaz.
O müşrikler, kendilerindeki cehalet sebebiyle Allah hakkındaki şüphelerini kalplerinde gizlemeye çalışmaktadırlar. Allah, onlar elbiselerini üzerlerine örttüklerinde onların gizlediklerini de açığa çıkardıklarını da bilir. O, kalplerin gizlediklerini hakkıyla bilendir.
Yeryüzünde dolaşan hangi canlı olursa olsun Yüce Allah lütfu ile, onun rızkını kendi üzerine almıştır. Allah -Subhânehu ve Teâlâ-; her canlının yeryüzünde karar kılacağı yeri de nerede öleceğini de bilir. Her hayvanın rızkını, karar kılacağı ve öleceği yeri apaçık yazılıdır. O da Levh-i Mahfûz'dur.
Allah -Subhânehu ve Teâlâ-, bütün azamet ve büyüklüğüne rağmen gökleri ve yeri ve her ikisinde bulunanları altı günde yaratandır. Bunları yaratmadan önce Arş'ı su üzerinde idi. Ey İnsanlar!- O; bunları, sizleri imtihan etmek için yarattı. Zira sizin hanginiz en güzel ameli işleyerek, Yüce Allah'ı razı edecek ve hanginiz de kötü amel işleyerek O'nu gazaplandıracaktır. En sonunda yüce Allah herkese yaptığının karşılığını verecektir. -Ey Peygamber!- Şayet sen, onlara: -Ey insanlar!- Sizler, hesaba çekilmek için ölümünüzden sonra muhakkak diriltileceksiniz desen, Allah'ı inkâr eden bu kimseler yeniden diriltilmeyi de inkâr ederek şöyle derler: Senin okumuş olduğun bu Kur'an sihirden başka bir şey değildir. Bu apaçık bir batıldır, derler.
Şayet dünya hayatında hakettikleri azabı müşriklerden sayılı günler erteleyecek olsak, onlar alay ederek ve onun gelmesi için acele ederek şöyle derler: Azabı engelleyen nedir? Onların hak ettikleri azabın; Allah'ın katında bir süresi vardır. O gün, onlara azap gelince onlardan azabı uzaklaştıracak yoktur. Mutlaka azap onların üzerine inecektir. Ve alay ederek maskaraya aldıkları ve (başlarına gelmesi için) acele ettikleri azap onları kuşatacaktır.
İnsana, tarafımızdan sıhhat ve zenginlik gibi nimet verip sonra ondan bu nimeti alsak, o Allah'ın rahmetinden ümidini keser. Allah'ın nimetlerine karşı çok büyük nankörlük eder. Eğer Yüce Allah kulundan nimetleri çekip alacak olsa o kul, nimetleri unutur.
Şayet insana isabet eden fakirlik ve hastalıktan sonra ona rızıkta ve sıhhatte bir genişlik (bolluk) tattıracak olsak o şöyle der: Kötülük benden gitti ve zarar yok oldu. O bunlardan dolayı şükretmez ve çokça sevinerek şımarır. Allah'ın kendisini nimetlendirdiği şeyler ile insanlara karşı kibirlenerek övünür.
Ancak zorluklara, ibadetlere ve günahlara karşı sabredenler ve salih ameller işleyenler böyle değildir. Böyle olanlar için başka bir durum vardır. Çünkü bunlara ümitsizlik isabet etmez. Bunlar; Allah'ın nimetlerine karşı nankörlük etmezler ve insanlara karşı kibirlenmezler. İşte bu özelliklere sahip olan kimseler için Rablerinden günahları için bir bağışlanma ve ahirette ise büyük bir mükâfat vardır.
-Ey Peygamber!- Belki de sen -(müşriklerin) ayetleri inkar etmeleri, inatları ve ayetler hakkındaki düşünceleri sebebi ile- bu ayetler ile amel etmenin müşriklere zor gelmesinden dolayı Allah'ın sana, tebliğ etmeni emrettiği şeylerden bazılarını terk edeceksin. Ve onların (peygambere) gökten bir hazine indirilseydi veya onunla beraber kendisini doğrulayan bir melek gelseydi!" ya dememeleri için kalbin tebliğ etme hususunda daralacaktır. Sakın bu sebeplerden dolayı sana vahyolunanların bazısını tebliğ etmeyi terketme. Çünkü sen, ancak bir uyarıcısın. Allah'ın sana tebliğ etmeni emrettiği şeyi tebliğ edersin. Onların, ayetler hakkında ortaya koydukları düşüncelerini gerçekleştirmek senin görevin değildir. Allah her şeyi koruyandır.
Bilakis o müşrikler şöyle mi diyecekler?: Kur'an'ı, Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem- uydurdu. O, Allah'tan bir vahiy değildir. -Ey Peygamber!- Sen de onlara meydan okuyarak de ki: Haydi doğru olmasına bağlı kalmayıp uydurulmuş ta olsa sizin, uydurulmuş olduğunu iddia ettiğiniz (ama gerçekte doğru olan) bu Kur'an'a benzeyen on sûre getirin. Kur'an'ın uydurulmuş olduğu iddasında doğru söyleyenler iseniz bunu yaparken dilediğiniz kimseleri de yardım etmeleri için çağırın.
-Ey Mü'minler!- Eğer güç yetiremediklerinden dolayı onlardan istediğinizi getiremezlerse yakinen bilin ki Kur'an'ı, ilmi ile ancak Yüce Allah, Rasûlü Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'e indirmiştir. Kur'an; uydurulmuş değildir. Yine bilin ki Allah'tan başka ibadet edilecek hak ilah yoktur. O halde sizler, bu kesin delillerden sonra O'na itaat edecek misiniz?
Kim, ameli ile ahireti istemeyip sadece dünya hayatını ve geçici metalarını isterse; onlara yaptıkları amellerinin karşılığını dünyada sıhhat, güven, rızıkta bolluk olarak veririz. Onların amelinin sevabından hiçbir şey eksiltilmez.
Yerilen bu özelliklere sahip olan kimseler kıyamet gününde içine girecekleri ateşten başka bir karşılık bulamayacaklardır. Dünyada yapmış oldukları amellerin karşılığı boşa gitmiş ve batıl olmuştur. Çünkü onlar, dünyada iman etmemişler ve yaptıkları amelleri Allah'ın yüzünü ve cenneti arzulayarak doğru bir niyet ile işlememişlerdir.
Beraberinde Rabbi -Subhânehu ve Teâlâ-'dan bir delil ve ardından bir şahidin -ki bu Cebrâil aleyhisselam'dır- takip ettiği ve kendisinden önce bir önder ve rahmet olarak Musa -aleyhisselam-'a indirilen Tevrat bulunan Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem- ve onunla birlikte iman edenler ile sapıklıkta bocalayan kâfirler bir olmaz. Onlar (müminler); Kur'an'a ve Kur'an'ın kendisine indirildiği Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'e iman etmişlerdir. Diğer dinlerden olan kimselerden her kim bunu inkâr ederse kıyamet günü ona vadedilen şey ateştir. -Ey Rasûl!- Kur'an ve o kâfirlere vadedilen azap hakkında şüphe içerisinde olma. O, içerisinde şüphe olmayan haktır. Fakat insanların çoğu, peş peşe gelen açık delillerin ve apaçık kanıtların varlığına rağmen bocalamakta ve iman etmemektedirler.
Allah'a Teâlâ'ya ortak yahut evlat isnad ederek yalan uydurup iftira atan kimseden daha zalim kim vardır? İşte Allah hakkında yalan uyduran bu kimseler yaptıkları amellerden hesaba çekilmek üzere kıyamet günü Rablerine arz olunacaklardır. Meleklerden ve peygamberlerden oluşan şahitler şöyle diyecekler: İşte, ortak ve evlat isnad ederek Allah hakkında yalan uyduranlar bunlardır. Yüce Allah hakkında yalan söylemeleri sebebi ile kendi nefislerine zulmedenleri Allah -Subhânehu ve Teâlâ- rahmetinden uzaklaştırmıştır.
İşte, insanları Allah'ın dosdoğru yolundan alıkoyan ve Allah'ın yolunun, hiç kimsenin tabi olamayacağı şekilde doğruluktan uzak eğri bir yol olmasını isteyenler bunlardır. Bunlar; ölümden sonra diriltilmeyi de inkâr ederler ve onu kabul etmezler.
İşte bu özelliklere sahip olanlar var ya; yeryüzünde Allah’ın azabı üzerlerine indiği zaman ondan kaçmaya güç yetiremezler. Allah’ın cezasını onlardan savacak Allah’tan başka müttefikleri ve yardımcıları da yoktur. Kendi nefislerini ve başkalarını Allah’ın yolundan çevirmeleri sebebi ile kıyamet günü azapları arttırılır. Çünkü onlar, kabul edecekleri bir işitme ile dünyada hakkı ve hidayeti işitmeye güç yetirememişlerdi. Aynı şekilde haktan şiddet ile yüz çevirmeleri sebebiyle Allah’ın kainattaki ayetlerine, kendilerine fayda verecek bir bakış ile bakmıyorlardı.
İşte bu sıfatlar ile vasf olunmuş olanlar, Allah ile beraber ortaklar edinerek kendi nefislerini helâka sürüklemek suretiyle kendilerini ziyana uğratan kimselerdir. Onların uydurdukları ortakları ve şefaatçileri de kendilerinden uzaklaşıp gitmişlerdir.
Kıyamet günü elde edecekleri kazanç bakımından asıl zarar edenler onlardır. Zira küfrü imana, dünyayı ahirete, azabı da rahmete karşı tercih etmişlerdir.
Allah’a ve Rasûlüne iman edip salih amel işleyenler, Allah’a boyun eğenler ve korkanlar var ya; işte onlar, Cennet ehlidirler. Onlar orada ebedî kalıcıdırlar.
Bu iki zümrenin (Mü'minlerle kâfirlerin) durumu, görmeyen kör ve işitmeyen sağır gibidir. Zira kâfirlerin durumu böyledir. Onlar; işiten ve gören kimse gibi, hakkı kabul etmek için dinlemez, kendilerine fayda verecek şekilde bakıp, görmezler. İşte bunların durumu ile görmenin ve işitmenin kendilerinde bir araya geldiği Mü'minlerin durumu bir olur mu? Bu iki zümrenin hali ve sıfatı hiç aynı olur mu? Asla bir olmazlar. Bunların eşit olmayacağı hususunda hâlâ (düşünüp) ibret almıyor musunuz?
Nuh -aleyhisselam-'ı elçi olarak kavmine gönderdik. O, kavmine şöyle demişti: Ey Kavmim! Ben sizleri Allah'ın azabı hakkında apaçık bir şekilde uyaran ve kendisi ile gönderildiğim şeyi size açıklayan bir elçiyim.
Sizi, sadece Yüce Allah'a ibadet etmeye davet ediyorum. Sakın O'ndan başkasına kulluk etmeyin. Muhakkak ki ben; sizin hakkınızda, elem verici bir günün azabından korkarım.
O'nun kavminden kafir olanlardan ileri gelenler ve eşraftan olan/muteber kimseler şöyle dediler: Senin çağrına asla icabet etmeyeceğiz, çünkü sen, bize karşı ayrıcalıklı bir kimse değilsin. Sen de bizim gibi bir insansın. Bizler; sana tabi olan halkın bizim aşağı tabakamızdan kimseler olduğu görüşündeyiz.Bizim size uymamızı uygun duruma getiren fazladan şeref, mal ve makamınız yoktur. Aksine sizlerin davet ettiğiniz şeyde yalancılar olduğunuzu zannediyoruz, dediler.
Nuh -aleyhisselam- şöyle dedi: "Ey kavmim! Eğer Rabbimden, benim doğruluğuma şahitlik eden sizin de beni doğrulamanız gerektiren açık bir delil üzerine isem ve Rabbim bana, nübüvvet ve risalet olan bir rahmet vermiş ve sizin bundaki cehaletiniz sebebi ile size gizli kalmış ise biz sizi buna iman etmeniz için zorlayacak ve sizin kalplerinize bunu zorla mı sokacağız? Biz, buna güç yetiremeyiz. İman etmeye muvaffak kılan Allah Teâlâ'dır.
Ey Kavmim! Ben, risaleti size tebliğ etmemin karşılığında sizden bir mal istemiyorum. Benim sevabım (mükâfatım) Allah'a aittir. Sizin kovulmalarını istediğiniz Mü'minlerin fakir olanlarını meclisimden uzaklaştıracak değilim. Onlar, kıyamet günü Rablerine kavuşacaklar ve O, onları iman etmelerine karşılık mükâfatlandıracaktır. Mü'minlerden zayıf olanların kovulmalarını istediğiniz için sizi bu davetin hakikatini anlamamış olarak görüyorum.
Ey kavmim! Her hangi bir suçları olmadığı halde bu Mü'minleri haksız yere kovacak olursam beni Allah'ın azabından kim koruyabilir? Sizin için daha iyi ve daha faydalı olan şeyi düşünmez misiniz ve o şey için çabalamaz mısınız?
-Ey Kavmim!- Rızkın içinde olduğu Yüce Allah'ın hazineleri bendedir, iman ederseniz onu size infak ederim, demiyorum. Muhakkak ki ben gaybı biliyorum ve ben meleklerdenim de demiyorum. Bilakis ben de sizin gibi bir beşerim. Sizin gözlerinizin hakir gördüğü ve küçümsediği fakirler hakkında: Allah, onlara kesinlikle başarı ve hidayet vermez, demiyorum. Yüce Allah onların niyetlerini ve amellerini en iyi bilendir. Eğer ben böyle bir iddiada bulunursam Allah'ın azabını hak eden zalimlerden olurum.
İnatla ısrar ederek ve büyüklenerek şöyle dediler: "Ey Nuh! Bizimle mücadele ve münazara ettin. Bizimle olan mücadeleni ve münazaranı çokça yaptın. Eğer iddiasında doğru olanlardan isen, kendisiyle bizi tehdit ettiğin o azabı bize getir."
Nuh -aleyhisselam- onlara şöyle dedi: "Ben, azabı size getiremem, azabı size dilerse ancak Allah getirir. Eğer size azap etmek isterse siz Allah'ın azabından kaçmaya güç yetiremezsiniz."
Eğer Allah Teâlâ inadınız sebebi ile sizi dosdoğru yoldan saptırmak istemiş ve sizi hidayet üzere olmakta yardımsız bırakmış ise benim öğüt vermem ve hatırlatmada bulunmam size bir fayda vermez. Sizin Rabbiniz O'dur ve sizin bu durumunuzun sahibi O'dur. O; dilerse sizi saptırır. Sizler, kıyamet günü sadece O'na döndürüleceksiniz. Amellerinize karşılık size hak ettiğiniz karşılığı verecektir.
Nuh -aleyhisselam-'ın kavminin inkâr etmesinin sebebi, Nuh -aleyhisselam-'ın getirmiş olduğu bu dini Allah adına (Nuh -aleyhisselam-'ın) kendisinin uydurduğunu iddia etmeleriydi. (Yüce Allah şöyle buyurdu:) -Ey Peygamber!- Onlara de ki: Eğer bunu ben uydurmuş isem bunun günahı ve cezası sadece banadır. Ben de sizin, yalanlamanızın günahından hiç bir şey yüklenmem. Ve ben, sizin yaptıklarınızdan tamamen uzağım.
Allah Teâlâ, Nuh -aleyhisselam-'a şöyle vahyetti: Ey Nuh! Kavminden şimdiye kadar iman etmiş olanlardan başkası artık (sana) asla iman etmeyecek. -Ey Nuh!- Bu uzun müddet boyunca seni yalanlamalarından ve seninle alay etmelerinden dolayı sakın üzülme!
Gemiyi, bizim gözetimimiz ve korumamızda onu nasıl yapacağını sana öğrettiğimize dair bizden bir vahiy ile yap. İnkâr ederek kendi nefislerine zulmeden kimselere mühlet istemek için beni muhatap alma! Muhakkak ki onlar, küfür üzerinde ısrar etmelerine karşılık bir ceza olarak -kaçınılmaz olan- tufan ile boğulacaklardır.
Nuh -aleyhisselam-, Rabbinin emrine uyup gemiyi yapmaya başladı. Kavminin büyükleri ve efendileri Nuh -aleyhisselam-'a her uğradıklarında suyun ve nehirlerin olmadığı bir yerde gemiyi inşa ettiği için onunla alay ettiler. Onların alay etmeleri tekrarlanınca Nuh -aleyhisselam- onlara şöyle dedi: Ey İnsanlar! Gemiyi inşa ettiğimiz için siz bugün bizimle alay edin! Muhakkak ki bizler de cahilliğinizin sizi götüreceği boğulma gerçekleşince sizlerle alay edeceğiz.
Dünyada alçaltıcı azabın kime geleceğini ve kıyamet günü kesilmeyen ve devamlı olan azabın kime ineceğini bileceksiniz.
Nuh -aleyhisselam- Allah'ın kendisine emrettiği gemi inşa etme işini bitirmiş, onlara helâk olacaklarına dair emrimiz gelmiş ve tufanın başladığını haber vermek için onların içerisinde ekmek yaptıkları tandırdan sular kaynamaya başlamıştı. Biz, Nuh -aleyhisselam-'a, dişi ve erkek olmak üzere yeryüzündeki hayvanlardan her cinsten bir çifti ve iman etmemeleri sebebiyle haklarında boğulacakları hükmü verilenler hariç ehlini ve iman edenleri almasını söyledik. Nuh-aleyhisselam- Allah'a iman etmeleri için uzun bir süre davet etmesine rağmen onlardan sadece az bir topluluk iman etti.
Nuh -aleyhisselam- ehlinden ve kavminden iman edenlere şöyle dedi: Gemiye binin. Onun yüzüp gitmesi de durması da Allah'ın adıyladır. Rabbim,günahlarından tevbe eden kullarının günahlarını bağışlayandır. Onlara karşı çok merhametlidir. Müminleri helak olmaktan kurtarması da O'nun rahmetindendir.
Gemi, içinde bulunan insanlar ve diğer canlılar ile birlikte dağlar gibi büyük dalgaların arasında yüzüyordu. Babalık duygusu ile Nuh -aleyhisselam- kavminden ve babasından ayrı tek başına bir yerde duran kafir oğluna seslenerek şöyle dedi: Ey oğlum! Boğulmaktan kurtulmak için bizimle birlikte gemiye bin ve sakın kafirlerle beraber olma! Yoksa, onlara isabet ettiği gibi boğularak helak olma sana da isabet eder.
Nuh -aleyhisselam-'ın oğlu Nuh -aleyhisselam-'a şöyle dedi: Ben, suyun bana ulaşmasını engellemek için yüksek bir dağa sığınacağım. Bunun üzerine Nuh -aleyhisselam- oğluna şöyle dedi: Bugün, Allah Teâlâ'nın, tufan ve boğulma ile gerçekleşecek olan azabına engel olacak yoktur. Ancak rahmeti ile kullarından dilediğine merhamet eden Allah Subhânehu ve Teâlâ boğulmaya mani olabilir. Ardından dalga, Nuh -aleyhisselam- ile kafir oğlunun arasını ayırdı ve oğlu, kafir olması sebebi ile tufanda boğulanlardan oldu.
Tufanın sona ermesinden sonra Allah Teâlâ yeryüzüne şöyle buyurdu: Ey yeryüzü! Üzerinde bulunan tufanın suyunu iç. Sonra semaya şöyle buyurdu: Ey sema! (Yağmuru) Tut! Yağmur gönderme! Böylece yeryüzü kuruyuncaya kadar su eksildi. Yüce Allah kâfirleri helak etti. Gemi, Cûdî dağı üzerinde durdu ve şöyle denildi: (Allah'ın rahmetinden) Uzaklık, helâk ve hüsran, inkâr ile Allah'ın sınırlarını aşan kavim için olsun.''
Nuh -aleyhisselam- yardımına sığınarak Rabbine şöyle nida etti: Ey Rabbim! Şüphesiz oğlum, bana ailemden kurtulacağına dair söz verdiklerindendir. Şüphesiz senin vaadin, dönmenin olmadığı doğru bir vaaddir. Ve sen, hükmedenlerin en âdili ve en en iyi bilenisin.
Allah Teâlâ, Nuh -aleyhisselam-'a şöyle buyurdu: Ey Nuh! Senin kurtulmasını istediğin oğlun, benim sana kurtarmayı vadettiğim ehlinden değildir. Çünkü O, (senin oğlun) kâfirdir. Senin benden istediğin şey: sana ve senin makamında bulunan kimseye yakışan bir amel değildir. Hakkında ilminin olmadığı şeyi benden isteme! Ben, seni cahillerden olmaktan ve benim ilmime ve hikmetime muhalif olan şeyi benden istemenden sakındırırım.
Nuh -aleyhisselam- şöyle dedi: "Rabbim! Ben, senden hakkında ilmimin olmadığı bir şeyi istemekten sana sığınırım. Eğer benim günahlarımı bağışlamaz ve bana rahmetin ile merhamet etmezsen, ben ahiretteki nasibini heba eden ve bundan dolayı zarara uğrayan kimselerden olurum.
Allah Teâlâ, Nuh -aleyhisselam-'a şöyle buyurdu: Ey Nuh! Gemiden yeryüzüne selametle ve güven içerisinde, Allah tarafından sana verilen bol nimetler ile in. Zira bu nimetler gemide seninle birlikte olan iman edenler ve onların ardından gelen zürriyetleri içindir. Bu kimselerin zürriyetlerinden kâfir topluluklar da çıkacaktır. Onları, dünya hayatında faydalandırıp kendileri ile yaşayacakları şeyleri onlara vereceğiz. Sonra da bizden ahirette elem verici bir azap onlara erişecektir.
Nuh -aleyhisselam-'ın bu kıssası gaybî haberlerdendir. -Ey Peygamber!- Sana vahyettiğimiz bu vahiyden önce ne sen ve ne de kavmin bu kıssayı bilmiyordunuz. Tıpkı Nuh -aleyhisselam-'ın sabrettiği gibi sen de kavminin eziyetlerine ve yalanlamalarına karşı sabret. Yardım ve zafer (üstünlük), Allah'ın emirlerini yerine getirip yasaklarından sakınanlar içindir.
Âd Kavmi'ne ise kardeşleri Hûd -aleyhisselam-'ı gönderdik. O, kavmine şöyle dedi: Ey Kavmim! Yalnızca Allah'a ibadet edin. Ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Sizin ibadete layık olan Allah -Subhânehu ve Teâlâ-'dan başka hak ilahınız yoktur. Ve sizler, O'nun ortağı olduğu iddiasında bulunarak sadece yalan söylüyorsunuz.
Ey kavmim! Ben, Rabbimden size tebliğ etmiş olduğum ve sizleri kendisine davet etttiğim şey için sizden bir karşılık istemiyorum. Benim sevabım/ecrim ancak beni yaratan Allah'a aittir. Sizler, bunu akletmiyor ve benim sizi davet ettiğim şeye icabet etmiyor musunuz?
Ey Kavmim! Allah'tan bağışlanma dileyin. Sonra günahlarınızdan dolayı O'na tevbe edin ki; -bu günahların en büyüğü şirktir- O (Allah Teâlâ), çok yağmur indirerek size bunun karşılığını versin ve zürriyetinize zürriyet ve malınıza mal katarak sizin izzetinizi artırsın. Sizi, kendisine davet ettiğim şeyden yüz çevirmeyin ve sakın benim davetimden yüz çevirip Allah'ı inkâr ederek ve getirdiğim şeyi yalanlayarak günahkârlardan olmayın.
Kavmi şöyle dedi: Ey Hûd! Bizi sana iman edenlerden kılacak açık deliller ile gelmedin. Senin delilden yoksun sözlerin sebebi ile ilahlarımıza ibadet etmeyi terkedecek değiliz. Ve senin peygamber olduğunu iddia etmene de inanacak değiliz.
54-55- "Bizi ilahlara ibadet etmekten nehyetmen sebebiyle biz ancak, bazı ilahlarımızın sana delilik isabet ettirdiğini söyleriz", dediler. Hûd -aleyhisselam- ise onlara şöyle cevap verdi: "Ben, Allah'ı şahit tutuyorum; siz de şahit olun ki ben sizin Allah'tan gayrı ibadet edip kendilerini Allah'a ortak koştuğunuz ilahlarınızdan uzağım. Siz ve bana delilik isabet ettirdiklerini iddia ettiğiniz ilahlarınız bana tuzak kurun. Sonra da bana mühlet de vermeyin.''
54-55- "Bizi ilahlara ibadet etmekten nehyetmen sebebiyle biz ancak, bazı ilahlarımızın sana delilik isabet ettirdiğini söyleriz", dediler. Hûd -aleyhisselam- ise onlara şöyle cevap verdi: "Ben, Allah'ı şahit tutuyorum; siz de şahit olun ki ben sizin Allah'tan gayrı ibadet edip kendilerini Allah'a ortak koştuğunuz ilahlarınızdan uzağım. Siz ve bana delilik isabet ettirdiklerini iddia ettiğiniz ilahlarınız bana tuzak kurun. Sonra da bana mühlet de vermeyin.''
Muhakkak ki ben, sadece Allah'a tevekkül ettim ve işimde sadece O'na dayandım. O, benim de Rabbim sizin de Rabbinizdir. Yeryüzü üzerinde hareket eden herhangi bir canlı olmasın ki o, Allah'a boyun eğmemiş olsun ve Allah'ın hükmünün ve mülkünün altında olmasın. O, ona dilediği gibi yol verir. Muhakkak ki benim Rabbim hak ve adalet üzerinedir. O, sizin benim üzerime güç sahibi olmanıza izin vermeyecektir. Çünkü ben hak üzereyim sizler ise batıl üzerinesiniz.
Eğer benim getirdiğim şeyden yüz çevirip dönecek olursanız, bu durumda bana düşen sadece size tebliğde bulunmaktır. Ben, Allah'ın beni tebliğ etmekle gönderdiği şeyi size tebliğ ettim. Rabbim bunları size tebliğ etmemi emretti. Böylece sizin üzerinize hüccet ikame olunmuş oldu. (Getirmiş olduklarımdan yüz çevirmeniz sebebi ile) Rabbim sizi helâk edecek ve sizin yerinize başka bir topluluk getirecektir. Sizler, yalanlamanız ve inkâr etmeniz sebebiyle hiçbir şekilde Allah'a küçük ya da büyük bir zarar veremezsiniz. Çünkü Rabbim kullarından müstağnidir. Muhakkak ki benim Rabbim her şeyi hakkıyla gözetleyendir ve O, sizin bana kurmuş olduğunuz tuzaklara karşı beni koruyandır.
Onları helâk edeceğimize dair emrimiz gelince Hûd'u ve onunla beraber iman edenleri tarafımızdan kendilerine ulaşan bir rahmet ile kurtardık. Onları, (Hûd'un) kâfir kavmini azaplandırdığımız o şiddetli azaptan kurtardık.
İşte o Âd Kavmi! Rableri olan Allah'ın ayetlerini inkâr ettiler. Peygamberleri Hûd -aleyhisselam-'a karşı isyan ettiler ve hak karşısında büyüklenen, azgınlık yapıp hakkı kabul etmeyen ve boyun eğmeyen her zalime uydular.
Bu dünya hayatında onlara alçaklık ve Allah'ın rahmetinden uzaklaştırılmak vardır. Kıyamet günü ise Allah'ın rahmetinden uzak olacaklardır. Bu onların, Allah Teâlâ'yı inkâr etmeleri sebebiyledir. Böylece Allah onları her türlü hayırdan uzak edip onları her türlü şerre yakınlaştırmıştır.
Semûd kavmine ise Salih -aleyhisselam'-ı göndermiştik. O, kavmine şöyle demişti: "Ey kavmim! İbadeti hak eden ve kendisinden başka ibadete layık hiçbir ilâh bulunmayan Allah'tan başka ilahınız yoktur. Babanız Adem'i topraktan yaratarak sizi o yerden yaratan ve sizi yeryüzünü imar edenler kılan O'dur. Bu itibarla O'ndan mağfiret dileyin; sonra da taatte bulunup günahlardan sakınarak O'na dönün. Rabbim, şüphesiz ibadeti O'na has kılan kuluna çok yakındır ve onun duasını kabul edendir.''
Kavmi O'na şöyle dedi: Ey Salih! Bu davetinden önce sen, bizim aramızda yüce bir makama sahip bir kimseydin. Bizler senin, akıllı ve öğüt veren bir kimse olmanı temenni ederdik. -Ey Salih!- Sen, bizi, atalarımızın ibadet ettiklerine ibadet etmekten yasaklıyor musun? Doğrusu biz, sadece Allah'a ibadet etmek hususunda şüphe içindeyiz. Bu şüphe bizi seni Allah hakkında yalan uydurmakla itham eder kılmıştır.
Salih -aleyhisselam kavmine cevap olarak şöyle dedi: Ey Kavmim! Eğer ben Rabbimden (verilen) apaçık bir delil üzerinde isem ve O, bana kendinden bir rahmet vermişse ki, o peygamberliktir, buna ne dersiniz? Bu durum karşısında eğer ben, O'nun bana emrettiklerini tebliğ etmeyi terk ederek O'na âsi olursam beni Allah'tan ve O'nun cezalandırmasından kim koruyabilir? O zaman sizler bana Rabbimin rızasından uzaklaştırmak ve saptırmaktan başka bir şey katamazsınız.
Ey Kavmim! İşte bu; benim doğru olduğuma işaret olarak Allah'ın (gönderdiği) dişi devesidir. Onu bırakın da Allah'ın arzında dolaşsın. Sakın ona bir kötülük dokundurmaya kalkmayın. Aksi halde onu kestiğiniz vakit yakın bir zamanda azap sizi yakalar.
Yalanlamada ileri giderek deveyi kestiler. Salih -aleyhisselam- onlara şöyle dedi: Deveyi kestikten sonra (helâk edilmeden önce) size verilen süre üç gündür. Sonra da Allah'ın azabı size gelir. Bundan sonra O'nun azabının gelmesi vadedilmiştir, kaçınılmaz ve yalan olmayan doğru bir sözdür.
Onların helâk olacağına dair emrimiz gelince, Salih'i ve onunla beraber iman edenleri, bizden bir rahmet olarak (azaptan) ve o günün zilletinden kurtardık. -Ey Peygamber!- Şüphesiz senin Rabbin hiç kimsenin kendisine üstün gelemeyeceği şekilde yücedir, kuvvetlidir. Bundan dolayı O, yalanlayan ümmetleri helâk etmiştir.
Semûd kavmini helâk edici şiddetli bir ses yakalayıverdi de bu sesin şiddeti sebebi ile öldüler ve yüzüstü düştüler. Yüzleri toprağa yapışıverdi.
Sanki onlar, daha önce beldelerinde nimet ve bolluk içinde oldukları bir hayat ile ikamet etmemişlerdi. Bilesiniz ki, Semûd kavmi Rablerini inkâr etttiler. Onlar, daimi olarak Allah'ın rahmetinden uzaklaştırılmışlardır.
Melekler, adam kılığında İbrahim -aleyhisselam-'a gelmişlerdi. O'nu ve hanımını, önce İshâk -aleyhisselam- ile, sonra da Yakûp -aleyhisselam- ile müjdeleyerek: "Selâm!" demişler, İbrahim -aleyhisselam- da buna karşılık olarak onlara: "Selam!" demiş ve onları insan zannederek hemen hızlıca gidip onlara ızgarada kızartılmış bir buzağı (eti) getirmişti.
İbrahim -aleyhisselam- onların ellerinin kızartılmış buzağıya doğru uzanmadığını ve ondan yemediklerini görünce bunu yadırgadı ve içinde bundan dolayı korktuğunu gizledi. Melekler, İbrahim'in kendilerinden korktuğunu görünce şöyle dediler: Bizden korkma! Yüce Allah, bizleri, kendilerini azap (helâk) etmemiz için Lût kavmine gönderdi.
İbrahim -aleyhisselam-'ın karısı "Sâre" ayakta duruyordu ve biz ona, kendisini sevindirecek olan şeyi; İshâk'ı doğuracağını, Yakup'un ise İshâk'ın oğlu olacağını haber verdik. O, işittikleri ile müjdelendi, bundan dolayı güldü.
Melekler kendisini bu müjde ile müjdeleyince Sâre şaşırmış bir şekilde şöyle dedi: Ben doğurmaktan ümidini kesmiş yaşlı bir kadın iken ve kocam da yaşlılık çağına girmiş iken nasıl doğurabilirim? Şüphesiz bu halde iken çocuk sahibi olmak; normal olarak gerçekleşmeyen ve şaşılacak bir şeydir.
Sâre, müjdelendiği şeyden dolayı şaşırınca melekler ona şöyle dedi: Allah'ın kaza ve kaderine şaşırıyor musun? Allah'ın bunun gibi şeyleri yapmaya kadir olduğu senin gibi bir kimseden gizli kalmış olamaz. -Ey İbrahim'in ev halkı!- Allah'ın rahmeti ve bereketleri sizin üzerinizedir. Şüphesiz ki O, sıfatlarında ve fiillerinde övülmeye lâyıktır, övgü ve yücelik sahibidir.
(Hazırladığı) yemeğinden misafirlerinin yememesi sebebi ile İbrahim -aleyhisselam-'a isabet eden korku onların melek olduklarını öğrendikten sonra gitti. O'na, İshak'ın doğacağına sonra da Yakub'un doğacağına dair mutluluk verici bir haber verildi. Bundan sonra İbrahim -aleyhisselam- Lût kavmi hakkında (Lût kavminden) azabın ertelenmesi, Lût -aleyhisselam- ve ehlini kurtarmaları ümidiyle bizim elçilerimizle tartışmaya başladı.
İbrahim gerçekten yumuşak kalpli, cezanın ertelenmesini isteyen, Rabbine çokça yalvaran, çokça dua ve tevbe eden biri idi.
Melekler dediler ki: Ey İbrahim! Lût kavmi hakkında bu tartışmadan vazgeç. Çünkü Rabbinin bu konuda onlar hakkında takdir ettiği azaba dair emri gelmiştir. Muhakkak ki, onlara duanın da tartışmanın da geri çeviremeyeceği büyük bir azap gelecektir.
Melekler, Lût'a erkek şeklinde gelince onların bu şekilde gelişleri Lût -aleyhisselam-'ı üzdü. Kavminin erkekleri kadınları bırakarak erkeklere şehvetle yaklaşmaları sebebiyle erkek suretinde gelen (melekler) adına duyduğu korkudan dolayı içi daraldı ve kavminin, misafirlerine üstün geleceğini zannederek şöyle dedi: "Bu şiddetli/çetin bir gündür!"
-Lût kavmi, daha önce de adetleri olduğu üzere kadınları bırakıp da şehvetle erkeklere yaklaştıkları gibi Lût -aleyhisselam-'ın misafirlerine de kötü bir fiilde bulunmak üzere hızlıca geldiler. Bunun üzerine Lût -aleyhisselam- kavmini savmak ve üzerinden sorumluluğu kaldırmak için kavmine şöyle dedi: İşte bunlar, benim kızlarım olan kadın topluluğu sizler onlarla evlenin! Onlarla evlenmek sizin için yapmış olduğunuz bu kötü davranıştan daha temizdir. Allah'tan korkun ve bu utanç verici fiil ile misafirlerime yaklaşmayın. -Ey Kavmim!- Sizin aranızda, sizi bu çirkin fiilden vazgeçirecek, buna engel olacak aklı başında bir adam yok mu?
Kavmi O'na şöyle dedi: Ey Lût! Bizlerin, senin kızlarına da, senin kavminin kadınlarına da ihtiyaç duymadığımızı kesinlikle bilmektesin. Muhakkak ki sen, bizim ne istediğimizi ve erkeklerden başka bir şey istemediğimizi de biliyorsun.
-Lût şöyle dedi: Keşke size engel olabileceğim bir gücüm olsaydı yahut beni koruyan bir aşiretim olsaydı da sizinle misafirlerim arasını ayırabilseydim.
Melekler, Lût -aleyhisselam-'a şöyle dediler: Ey Lût! Biz, Allah'ın göndermiş olduğu elçileriz. Kavmin, sana kötülükten bir şey ulaştıramaz. Eşin hariç, sen ve ailen gecenin karanlık bir saatinde beldenden çıkın. Sizden hiç kimse sakın arkasına dönüp bakmasın. Ancak senin eşin muhalefet ederek arkasına dönüp bakacaktır. Çünkü kavmine ulaşan azap ona da ulaşacaktır. Onların helâkı için vadolunan (helâk) zamanı, sabah vaktidir. Ve vadolunan bu vakit yakındır.
Lût kavminin helâk edileceğine dair emrimiz gelince onların şehirlerini yukarı kaldırarak altını üstüne çevirdik ve onların üzerine sıralı bir şekilde birbiri ardınca gelen katılaşmış taşlar yağdırdık.
Bu taşlar, Allah tarafından özel bir işaret ile işaretlenmiş olan taşlardır. Bu taşlar, Kureyş'ten ve diğerlerinden olan zalimlerden uzak değildir. Aksine bu, onlara yakındır ve Allah Teâlâ, onların üzerine ne zaman indirmeyi takdir ederse o zaman iner.
Medyen'e, kardeşleri Şuayb'ı gönderdik. O, kavmine şöyle dedi: Ey kavmim! Yalnızca Allah’a ibadet edin. Sizin O’ndan başka ibadete layık olan bir ilahınız yoktur. İnsanlara ölçüp tarttığınız zaman ölçü ve tartıyı eksik yapmayın. Ben, sizi nimet ve rızık bakımından bolluk içinde görüyorum. Sakın Allah'ın nimetlerini günahlar ile değiştirmeyin. Ben, sizin adınıza, sizden her kimseyi kuşatacak olan bir günün azabından korkuyorum. O azaptan ne kaçacak ne de sığınacak bir yer bulabilirsiniz.
Ey kavmim! Bir başkası için ölçtüğünüz yahut tarttığınız zaman adaletle yapın. İnsanların haklarını cimrilik ederek, hile yaparak ve aldatarak eksitmeyin. Öldürme ve diğer günahlar ile yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayın.
İnsanların haklarını adaletle yerine getirdikten sonra Allah'ın sizin için helâlinden bıraktığı şey, ölçü ve tartıyı eksik yaparak ve yeryüzünde bozgunculuk çıkararak yapılan bir artırmadan daha çok faydalı ve bereketlidir. Eğer gerçekten iman ediyorsanız Allah'ın sizin için bıraktığından razı olun. Ben, sizin amellerinizi saymak için üzerinizde bir gözetleyici değilim. Asıl gözetleyen ancak gizliyi ve açığı bilen Yüce Allah'tır.
Şuayb -aleyhisselam-'ın kavmi O'na şöyle dedi: Ey Şuayb! Atalarımızın ibadet ettiğini terketmemizi veya mallarımız hakkında istediğimiz gibi tasarrufta bulunmayı ve mallarımızı istediğimiz gibi çoğaltmayı terk etmemizi senin namazın mı emrediyor? Oysa bu davetten önce seni yumuşak huylu, çok akıllı ve hikmet sahibi bir kimse olarak bilirdik. Senin başına gelen nedir?
Şuayb -aleyhisselam- kavmine şöyle dedi: Ey kavmim! Eğer benim, Rabbim tarafından (verilmiş) apaçık bir delilim varsa, ben O'ndan bir basiret üzere isem ve O, bana tarafından helal bir rızık ve peygamberlik vermişse buna ne dersiniz? Size yasak ettiğim şeylerin aksini yaparak size aykırı davranmak istemiyorum. Ben sadece davetimle gücümün yettiği kadar sizlerin, Rabbinizi birlemenizi ve O'na ibadet etmenizi ve sizlerin bu hususta ıslah olmanızı istiyorum. Fakat benim bu hususta başarılı olmam ancak Allah -Subhânehu Teâlâ-'nın yardımı iledir. Ben, bütün işlerimde yalnız O'na dayandım ve yalnız O'na dönerim.
Ey kavmim! Bana olan düşmanlığınız, sizi; benim getirdiğimi yalanlamaya taşımasın. Nuh kavminin veya Hûd kavminin yahut Sâlih kavminin başlarına gelenler gibi size de bir musibet getirmesin. Lût kavmi de sizden zaman ve mekan olarak uzak değildir. Muhakkak ki sizler, onlara isabet eden şeyin ne olduğunu bilmektesiniz. O halde ibret alın.
Rabbinizden bağışlanma dileyin; sonra da günahlarınızdan dolayı O’na tevbe edin. Muhakkak ki Rabbim, tevbe edenlere karşı çok merhametlidir. O, kullarından tevbe edenleri çok sever.
Şuayp -aleyhisselam-'ın kavmi O'na şöyle dedi: Ey Şuayb! Senin getirdiklerinin çoğunu anlamıyoruz ve gözüne isabet eden rahatsızlıktan ve körlükten dolayı da seni, içimizde cidden zayıf (âciz) olarak görüyoruz! Eğer senin aşiretin bizim milletimizden olmasaydı seni mutlaka taşlayarak öldürürdük. Sen bizden üstün değilsin ki, seni öldürmekten korkup sakınalım. Biz seni ancak, senin aşiretine karşı olan saygıdan dolayı bıraktık.
Şuayb -aleyhisselam- kavmine şöyle dedi: Ey kavmim! Size göre benim kabilem Rabbiniz olan Allah Teâlâ’dan daha güçlü ve değerli mi ki, Allah'ın size göndermiş olduğu peygamberine iman etmeyerek O'na arkanızı döndünüz? Şüphesiz ki Rabbim, yapmakta olduklarınızı çepeçevre kuşatıcıdır. Yaptıklarınızdan hiçbir şey O'na gizli kalmaz. O, sizin bu (kötü) amellerinizin karşılığını dünyada sizi helâk ederek ahirette ise sizi azaplandırarak verecektir.
Ey Kavmim! Kendiniz için yapmayı tercih ettiğiniz her yöntemi deneyin. Elbet ben de tercih ettiğim şeyleri yapacağım. Kendisini zelil edecek azabın kime geleceğini ve bizden iddia ettiği şeyde yalancı olanın kim olduğunu öğreneceksiniz. Allah'ın vereceği hükmü bekleyiniz. Elbette ben de sizinle birlikte beklemekteyim.
Şuayb -aleyhisselam-'ın kavmini helâk edeceğimize dair emrimiz gelince, Şuayb'ı ve onunla beraber iman edenleri tarafımızdan bir rahmetle kurtardık. O'nun kavminden zulmedenlere ise helâk edici korkunç bir gürültü (ses) isabet etti ve öldüler. Yüzüstü düşüp kaldılar ve yüzleri toprağa yapıştı.
Üzerlerine Allah'ın cezasının inmesinden sonra sanki orada hiç yaşamamış gibiydiler. Yüce Allah üzerlerine gazabını indirip Semûd kavmini rahmetinden uzaklaştırdığı gibi Medyen kavmi de üzerlerine Allah'ın intikamının gelmesiyle Allah Teâlâ'nın rahmetinden uzaklaştırıldılar.
Musâ -aleyhisselam-'ı Allah'ın birliğine delalet eden mucizeler ve onun getirdiği şeyin doğruluğuna delalet eden apaçık deliller ile gönderdik.
Onu, Firavun'a ve onun kavminin ileri gelenlerine gönderdik. Fakat o ileri gelenler, Firavun'un Allah'ı inkâr edip küfretme emrine uydular. Hâlbuki hak hususunda isabet etmediği için Firavun'un emri uyulacak bir emir değildi.
Firavun, kıyamet günü kavmine öncülük eder. Onları ve kendisini ateşe sokar. Onları götürdüğü yer, ne kötü bir yerdir.
Boğulma ile kendilerine isabet eden helâkla birlikte Allah Teâlâ bu dünya hayatında onlara lanet etmiş ve peşinden de rahmetinden kovup uzaklaştırmıştır. Kıyamet gününde de Yüce Allah onları (rahmetinden) kovup uzaklaştıracaktır. Onlar hakkında hem dünyada ve hem de ahirette peşpeşe verilen bu lanetler ve azap ile gerçekleşen şey ne kötüdür.
-Ey Peygamber!- Bu sûrede sana haber verdiklerimiz (halkı helâk olmuş) memleketlerin bazı haberleridir. Biz onu sana anlatmaktayız. Bu beldelerden bugüne kadar izleri kalan da vardır, izleri silinip de onların eseri kalmayanlar da vardır.
Onların üzerine göndermiş olduğumuz helâk ile zulmetmedik. Fakat onlar, Allah Teâlâ'yı inkâr etmek sureti ile kendilerini helâka götürecek şeylere sürükleyerek kendi nefislerine zulmettiler. -Ey Rasûl!- Allah’ın dışında dua edip, yalvardıkları ilahları onların helâk olmaları için Rabbinin emri olan azap indiğinde azabı onlardan uzaklaştıramadılar. İlahları, onların hüsranından ve helâkinden başka bir şey arttırmadı.
Allah Teâlâ'nın (gönderdiği peygamberlerini) yalanlayan kasabaları her zaman ve mekanda yakalayıp yok etmesi böyledir. Şüphesiz O’nun (halkı) zalim olan kasabaları yakalaması acı vericidir ve şiddetlidir.
Allah Teâlâ'nın, halkı zalim olan kasabaları azabı ile kuvvetli bir şekilde yakalamasında kıyamet gününün azabından korkan kimseler için bir ibret ve öğüt vardır. O gün, Yüce Allah'ın insanları hesaba çekmek için topladığı gündür. O gün, mahşer ehlinin şahitlik edeceği şahit olunan bir gündür.
Biz şahit olunan o günü sadece sayısı bilinen bir süreye kadar erteleriz.
O gün geldiğinde Allah'ın izni olmadan hiç kimse bir delil yahut bir şefâat için konuşamaz. Orada insanlar iki türdür: Cehennem'e girecek olan bedbahtlar ve Cennet'e girecek olan mutlu kimselerdir.
Bedbaht olanlar ise küfürleri ve amellerinin bozukluğu sebebi ile Cehennem'e gireceklerdir. Ateşin alevinin şiddetinden onların sesleri ve nefesleri yükselir.
(Kâfirler) Orada ebedî olarak kalıcıdırlar. Hak ettikleri azabı çektikten sonra Rabbinin dilemesi ile Cehennem'den çıkan tevhid ehli kimselerden günahkâr olanları hariç, onlar (kâfirler) gökler ve yer durdukça ateşten çıkamayacaklardır. -Ey Peygamber!- Muhakkak ki senin Rabbin, dilediği şeyi hakkıyla yapandır ve O'nu, Allah -Subhânehu ve Teâlâ-'yı bir şey yapmaya zorlayacak da yoktur.
İmanları ve salih amelleri sebebi ile Allah tarafından daha önce bahtiyar kimselerden kılınanlara gelince, onlar; Yüce Allah'ın günahkâr olan Mü'minlerden ateşe sokmayı dilediği kimseler hariç, gökler ve yer durdukça Cennet'te ebedî olarak kalacaklardır. Şüphesiz, Cennet ehli için Allah'ın nimetleri kesilmeden devam eder.
-Ey Peygamber!- O halde o müşriklerin tapmakta oldukları şeylerin fesadı hususunda sakın bir şüphen olmasın. Onların buna (o taptıklarının doğruluğuna) dair ne aklî ne de dinî bir delilleri vardır. Onları Allah'tan gayrısına tapmaya sevk eden şey, babalarını taklit etmeleridir. Şüphesiz biz, onların azaptan nasiplerini eksiksiz olarak vereceğiz.
Musa’ya da Tevrat'ı vermiştik. İnsanlar onda ayrılığa düştüler. İnsanların bir kısmı ona iman etti, bir kısmı ise inkâr etti. Eğer Yüce Allah'ın onlara bu dünyada azabı vermeyeceğine dair takdiri olmasaydı bu dünyada hakettikleri azabı onların üzerine hemen iniverirdi. Zira Yüce Allah hikmeti gereği onların azabını kıyamet gününe ertelememiştir. Muhakkak ki Yahudilerden ve müşriklerden olan kâfirler; Kur'an hakkında şüphe içindedirler ve insanları kuşkuya düşürürler.
-Ey Peygamber!- Şüphesiz Rabbin, ayrılığa düşenlerin her birinin amellerinin karşılığını kendilerine tam olarak verecektir. Kimin amelleri hayırlı ise onun karşılığı hayır olacak, kimin amelleri kötü ise onun karşılığı da kötü olacaktır. Çünkü Rabbin, onların yapmakta oldukları en ufak şeyleri bilmektedir. Onların amellerinden hiçbir şey O'na gizli kalmaz.
-Ey Peygamber!- O halde Allah'ın sana emrettiği gibi dosdoğru yol üzerinde olmaya devam et! O'nun emirlerini yerine getir ve yasakladıklarından uzak dur! Mü'minlerden seninle beraber tevbe edenler de dosdoğru olsunlar. Ve sakın günah işleyerek haddi aşmayın! Şüphesiz O, yaptıklarınızı hakkıyla görendir. Yaptıklarınızdan hiçbir şey O'na gizli kalmaz. Ona karşılık olarak sizi mükâfatlandıracaktır.
Gönülden isteyerek ve dalkavukluk yaparak zalimlere yönelmeyin, yoksa bu yönelmeniz sebebi ile size ateş dokunur. Sizi ateşten kurtaracak Allah’tan başka bir yardımcınız yoktur. (Eğer onlara meylederseniz) size yardım edecek bir kimse de bulamazsınız!
-Ey Peygamber!- Gündüzün iki ucunda en güzel şekilde namaz kıl. Bu iki vakitten biri gündüzün evvelinde diğeri ise sonundadır. Gece saatlerinde de namaz kıl. Şüphesiz salih ameller küçük günahları siler. Bu anlatılanlar, nasihat alanlar için bir vaaz, ibret alanlar için bir öğüttür.
(Ey Muhammed!) Dosdoğru olmak ve diğer hayırlı işleri emrolunduğun şekilde yapmak, zulmetmek ve zalimlere meyletmek gibi yasaklandığın şeyleri terketmek hususunda sebat edip, sabırlı ol! Şüphesiz Allah, iyilik yapanların karşılığını boşa çıkarmaz. Aksine onların yaptıkları iyi işleri en güzel şekilde kabul eder ve bunun karşılığını en güzel şekilde verir.
Sizden önce azaba uğramış ümmetlerden fazilet ve iyilik sahibi olanlar o ümmetleri küfürden ve günah işleyerek yeryüzünde bozgunculuk yapmaktan alıkoyamazlarmıydı? Onlar arasında kurtardıklarımızdan çok azı fesadı nehyediyorlardı. Zalim olan kavimlerini helâk ettiğimizde onları kurtarmıştık. Onların kavminden zalim olanlar, içinde bulundukları nimetlerin peşine düştüler. Ve onlara tabi olarak zalimlerden oldular.
-Ey Peygamber!- Rabbin, halkı yeryüzünde ıslah edici kimseler olan şehirleri helâk edecek değildir. O, ancak o şehir halkı küfür, zulüm ve günahlar ile bozgunculuk yaparsa helâk eder.
-Ey Peygamber!- Eğer Rabbin dileseydi hak üzerinde amel etmeleri için onları tek bir millet/ümmet kılardı. Fakat O, bunu dilemedi. Onlar, hevaya ve azgınlığa tabi olmaları sebebi ile ihtilaf etmeye devam etmektedirler.
Yalnız Allah'ın rahmeti ile hidayete muvaffak kıldığı kimseler bunun dışındadır. Onlar, Allah -Subhânehu ve Teâlâ-'yı birlemek hususunda asla ihtilaf etmezler. Bunun içindir ki imtihan; onları yaratmasındaki farklılıktadır. Onlardan kimi bedbahttır, kimi ise mutludur. -Ey Peygamber!- Rabbinin, ezelde Cehennem'i Şeytan'a tabi olan cinler ve insanlar ile dolduracağına dair sözü gerçekleşmiş oldu.
-Ey Peygamber!- Senden önceki peygamberlerin haberleriyle ilgili her bir olayı kalbini hak üzerinde sabit kılıp sağlamlaştırmak için sana anlatıyoruz. Bu sûrede sana, içerisinde şüphe olmayan hak gelmiştir. Ayrıca kâfirler için bir öğüt ve hatırlatmadan istifade eden Mü'minlere için de bir hatırlatma vardır.
-Ey Peygamber!- Allah'a iman etmeyenlere ve O'nu birlemeyenlere de ki; haktan yüz çevirmek ve haktan alıkoymak üzerine kendi yolunuz üzerinde amel edin! Şüphesiz bizler de üzerinde bulunmuş olduğumuz yolda sebat ederek, bu yola davet edecek, bu yol üzerinde sabrederek amel edeceğiz.
Bize inecek olan sonucu bekleyin! Şüphesiz biz de size inecek sonucu beklemekteyiz.
Göklerde ve yerde gayb olan ne varsa O'nun ilmi sadece Allah'a aittir. Hiçbir şey Allah'a gizli kalmaz. Her iş kıyamet günü O'na döndürülür. -Ey Peygamber!- O halde sadece Rabbine ibadet et. Ve her işinde (yanızca) O'na tevekkül et! Rabbin onların yaptıklarından asla gafil değildir. Bilakis O, yaptıklarını hakkıyla bilendir ve herkese yaptığına göre karşılık verecektir.
Icon