ﰡ
Kemâl ve celâl sıfatlarıyla, zahiri ve batini nimetler, kulu ve Rasûlü Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'e Kur'an'ı indiren Yüce Allah içindir. Bu Kur'an'da haktan hiçbir eğrilik ve sapma bulunmamaktadır.
Bilakis Yüce Allah; Kur'an'ı, içerisinde bir tezat ve herhangi bir tutarsızlık olmayan dosdoğru bir kitap kıldı.Ta ki; bu kitap kâfirleri Allah katında bekleyen kuvvetli bir azaptan korkutur, salih ameller işleyen Mü'minlere de onları sevindirecek ve hiç bir karşılığın kendisine erişemeyeceği, güzel mükâfatları haber verir.
Mü'minler kendilerine verilen sevabın/mükâfatın içinde ebedî kalacaklardır ve onlardan da hiç kesilmeyecektir.
Allah çocuk edindi diyen Yahudileri, Hristiyanları ve bazı müşrikleri korkutmaktadır.
Allah Teâlâ'nın bir çocuk edindiğini iddia eden iftiracıların bu meselede ilimleri ve delilleri yoktur. Onların taklit etmiş oldukları babalarının da bu konuda bir bilgileri yoktur. Ne olduğunu akıl edip idrak etmeden ağızlarından çıkan söz, çirkin (bir söz olarak) ne kadar da büyük bir sözdür. Onların söyledikleri aslı ve dayanağı olmayan yalan sözden başka bir şey değildir.
-Ey Rasûl!- Eğer onlar bu Kur'an'a iman etmeyecek olurlarsa neredeyse onlar için kendini üzüntü, gam ve kederden helâk edeceksin. Sen asla üzülme. Onların hidayetinden sorumlu değilsin. Senin üzerine düşen sadece onlara hakkı tebliğ etmektir.
Biz yeryüzünde bulunan mahlukâtı, onun için bir güzellik ve süs olarak yarattık ki, insanlardan hangisi Allah'ı razı eden daha güzel amel işleyecek ve hangisi daha kötü amel işleyecek bunu sınayalım. Bütün bunları da her kişiye işlemiş olduğu amelin karşılığını vermek için yaptık.
Biz yeryüzünde olan bütün mahlukâtın hayatı sona erdikten sonra; onları üzerinde hiçbir ot bitmeyen çorak bir toprak haline getireceğiz. Bundan ibret alın.
-Ey Rasûl!- Sadece Ashâb-ı Kehf'in ve isimlerinin yazılı bulunduğu levhanın kıssasının şaşılacak ayetlerimizden olduğunu zannetme. Bilâkis göklerin ve yerin yaratılışı gibi diğerleri daha çok şaşılacak şeylerdir.
-Ey Rasûl!- Dinleri için kaçıp mağaraya sığınan Mü'min gençlerin dualarında şöyle dediklerini söyle: Rabbimiz bize katından rahmet vererek günahlarımızı bağışla. Ve bizi düşmanlarımızdan kurtar. Kâfirlerden (kaçarak) yaptığımız hicret ve iman edişimizde hak ve doğru yola ulaşmamız için bize hidayet ver.
Bunun üzerine biz onların (grup halinde dinleri adına toplumlarından ayrılarak) mağaraya sığınmalarından sonra bütün sesleri duymayacak şekilde kulaklarına perde çektik ve mağarada onları çok uzun seneler uyuttuk.
Sonra da, bunun bilgisini ortaya çıkararak birbirleriyle çekişen iki gruptan hangisinin mağarada (uykuda kalanların) uykuda kaldıkları süreyi daha iyi hesapladığını görmek için onları uzun uykularından uyandırdık.
-Ey Rasûl!- Biz onların başından geçen ve hakkında hiçbir şüphenin olmadığı doğru haberi anlatıp seni bu konuda bilgilendiriyoruz. Şüphesiz onlar Rablerine iman edip, O'na itaat ederek amel etmiş gençlerdir. Biz de onların hak üzerine sabit kalmalarını ve hidayetlerini arttırdık.
Allah'ın birliğine olan imanlarını kâfir kralın huzurunda ilan ettiklerinde biz o gençlerin kalplerini iman ile, iman üzerine sabit kalması ve vatanlarını terk etmeye karşı sabır göstermeleri için sağlamlaştırdık. Onlar o vakit kalkarak şöyle dediler: "İman edip ibadet ettiğimiz Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir. O'dan başka yalan yere ilâh oldukları iddia edilenlere asla ibadet etmeyeceğiz. -Şayet O'ndan başkasına ibadet edersek- haktan uzak adaletsiz bir söz söylemiş oluruz."
Ondan sonra gençler birbirlerinin yüzlerine bakarak, şöyle dediler: Şu bizim kavmimiz Allah ile birlikte ibadet etmek için başka ilâhlar edindiler. Aynı zamanda kendilerinin o ibadet ettikleri ilâhlar hakkında herhangi bir açık delilleri de yoktur. Allah'a ortak koşma hususunda hiçbir kimse yalan uydurup iftira atandan daha zalim olamaz.
Siz toplumunuzdan uzaklaştınız. Onların Yüce Allah'tan başkasına ibadet ettiklerini terk ettiniz. Siz Allah Teâlâ'dan başkasına ibadet etmediniz. Rabbiniz Allah -Subhânehu ve Teâlâ- dininizi yaşamanız için sizi düşmanlarınızdan koruyup himaye edecek rahmetini yayarak size verir. Hayatınızda faydalanasınız diye işinizi kolaylaştırır ve kavminizin arasında hayatınızı sürdürmenizin yerine size başka bir hayat verir.
Gençler mağaraya sığınarak, emrolundukları şeye uydular. Yüce Allah onları mağarada uyuttu ve kendilerini düşmanlarından korudu. -Ey onların haberlerini okuyan!- Güneş doğudan doğduğu zaman mağaranın sağ iç tarafına meylettiğini, batıdan battığı zaman da sol tarafından meyledip mağaraya isabet etmeden geçtiğini görürsün. Onlar kendilerine güneşin sıcaklığının zarar veremeyeceği bir gölgede idiler. Onlar mağaranın geniş yerinde bulunmakta ve ihtiyaç duydukları hava kendilerine kolayca ulaşmaktaydı. İşte onların mağaraya sığınmaları, orada uyutulmaları, Güneş ışıklarının onlara hiç değmeden meyletmesi, mağarada yattıkları yerin geniş olması ve onları kavimlerinden kurtarması, Allah Teâlâ'nın kudretine delalet eden kişileri şaşkınlığa düşüren işlerindendir. Yüce Allah kime hidayet ederse işte o gerçekten hidayete ulaşmıştır. Kimi de yardımsız bırakır ve saptırırsa, artık onun için doğru yolu gösterecek bir yardımcı ve dost bulamazsın. Çünkü hidayet Allah'ın elindedir, onun elinde değildir.
Ey (Ashab-ı Kehf'in) haberlerini takip eden!- Onlar uykuda oldukları halde gözleri açık olduğundan dolayı sen onları uyanık sanırsın. Hâlbuki gerçek manada uykudadırlar. Onlar uyurken, toprağın cesetlerini çürütmemesi için biz onları bazen sağ taraflarına ve bazen sol taraflarına döndürüyorduk. Onlarla beraber olan köpekleri de mağaranın ağzında ayaklarını uzatmış yatmaktaydı. Eğer onların bu durumlarına muttali olup görseydin; onlardan korktuğundan dolayı yüz çevirip kaçardın ve gördüklerin yüzünden için korku ile dolardı.
Zikretmiş olduğumuz onlarla ilgili olan herşey bizim hayret verici mükemmel kudretimizin sonucunda olmuştur. Onları uzun bir zaman uyuttuktan sonra birbirlerine uyumuş oldukları müddeti sormaları için uyandırdık. Bazıları uyuma sürelerinin bir gün veya bir günün bir kısmı olduğuna kanaat getirip cevap verdi. Ne kadar uyuduklarını tam kestiremeyenler ise bu soruyu şöyle cevaplandırdı: "Rabbiniz ne kadar uyuyarak kaldığınızı daha iyi bilir." Bunun ilmini Allah'a havale edin ve sizi ilgilendiren işinize geri dönün. Şimdi sizden birini şu gümüş paranızla bilinen şehrinize gönderin. O da yiyecek satanların hangisinin daha helâl yiyeceği ve daha helâl kazancı var ise ondan size azık getirsin. Şehre girişinde ve çıkışında çok dikkatli olsun, ayrıca insanlarla muamelesinde çok akıllı davransın, sonucunda büyük zararlara sebep olacak hallerden uzak dursun ve sakın sizi kimseye sezdirmesin.
Zira kavminiz sizin hakkınızda haber alıp yerinizi öğrenirler ise, sizi ya taşlayarak öldürürler yahut Allah'ın sizi hak dine hidayet etmeden önceki sapık dinlerine geri döndürürler. Bu sapık din sizin de eskiden tabi olduğunuz bir dindi. Eğer o sapık dine dönerseniz, ne dünya hayatında ve ne de âhiret hayatında asla kurtuluşa eremezsiniz. Bilâkis bunun hepsi Allah'ın hidayet ettiği hak dini terketmeniz ve o sapık dine dönmeniz sebebiyle olur.
Biz, onları (Ashab-ı Kehf'i) uzun seneler uyutmamız ve bu uzun uyukudan sonra tekrar onları uyandırmamız; kendi hemşehrilerine Allah'ın Mü'min kullarına yardım etmesinin ve ölümden sonra dirilmenin hak olduğunu bildirip haberdar etmek için kudretimizi gösteren değişik mucizeler yaptık. Kıyamet mutlaka gerçektir, gelecektir. Bunda bir şüphe yoktur. Ashâb-ı Kehf'in gizli durumları ortaya çıktıktan sonra onlar yaşamlarına devam edip ardından öldüler. Onların bu durumuna şahit olanlar haklarında ne yapacakları hususunda ihtilafa düştüler. İnsanlardan bir grup onları korumak ve himaye etmek için mağaralarının kapısına bir duvarın örülmesini istediler. Rableri onların halini daha iyi bilir. Bu halleri Rablerinin katında onlara ait bir hususiyetin olduğunu gösterir. Nüfuz ve otorite sahiplerinden ilimsiz olup, sahih bir davetleri bulunmayanlar, Ashâb-ı Kehf'e değer vermek ve onlara ait yerlerin hatırlanması adına orada ibadet maksadıyla bir mescid bina edelim dediler.
Ashâb-ı Kehf kıssası hakkında münakaşaya dalanlardan bazıları diyecekler ki: "Onlar üç kişi idiler; dördüncüleri köpekleridir." Bazıları da diyecekler ki: "Beş kişidir; altıncıları köpekleridir." Her iki grup ne demiş ise, delilsiz bilinmeyen hakkında tahmin yürütmektedirler. Bazıları da şöyle dediler: "Yedi kişidir; sekizincileri köpekleridir." -Ey Rasûl!- De ki: Rabbim onların sayılarını daha iyi bilir. Rabbimin bildirdiği hariç onların sayılarını bilen çok azdır. Onların ne sayıları ve ne de başka halleri hakkında; ne Ehl-i Kitap ile ve ne de başkaları ile ancak açık bir şekilde ve içinde derin bir mücadele olmayacak şekilde tartış. Sadece onların hakkında sana indirilen vahiy ile yetinmen yeter. Ve hiç kimseye Ashâb-ı Kehf'in durumuyla ilgili ayrıntılı sorular da sorma. Çünkü onlar bu kıssa hakkında bilgiye sahiptirler.
-Ey Peygamber!- Yarın yapacağın bir şey için "Ben bu şeyi yarın muhakkak yapacağım." deme! Çünkü sen yarın onu yapabilecek misin yoksa senin ile yapmak istediğin şeyin arasında bir engel çıkar mı? bunu tam olarak bilemezsin. Bu ayet her Müslüman için bir talimattır/direktiftir.
Ancak o yapacağın şeyi Allah'ın dilemesine bağlayarak şöyle demelisin: -İnşallah- Yarın yapacağım. Ve bunu unuttuğun takdirde Allah'ı an ve şöyle de: "Umarım Rabbim beni, hidayet ve muvaffakiyet bakımından bundan daha yakın olana irşat eder."
Ashâb-ı Kehf mağaralarında üç yüz dokuz sene kaldılar.
-Ey Rasûl!- De ki: Ashâb-ı Kehf'in mağaralarında ne kadar kaldıklarını en iyi Allah bilir. Yüce Allah bizlere mağarada kaldıkları müddeti bildirdi. Bundan sonra bunun hakkında hiçbir kimse Allah -Subhânehu ve Teâlâ-'nın söylediklerinin üzerine herhangi bir söz söyleme hakkına sahip değildir. Çünkü göklerde ve yerde gayb aleminde bulunanların yaratılması ve bilgisi O'na aittir. O ne güzel görür ve her şeyi görmektedir. Ne güzel işitir ve her şeyi işitmektedir. İnsanlar için O'ndan başka yakın bir dost ve yardımcı da yoktur. O hükmünde hiçbir kimseyi ortak etmez. O hükmünde tek başına münferittir.
-Ey Rasûl!- Allah'ın sana Kur'an'dan vahyettiğini oku ve onunla amel et. Onun sözlerini değiştirecek hiç kimse yoktur. Çünkü hepsi doğrudur, hakikattır, hepsi adalettir. Allah -Subhânehu ve Teâlâ-'dan başka sığınacağın bir sığınak, korunacağın bir koruyucu da yoktur.
Kendini sabah, akşam rızasını isteyerek Rablerine ibadet duası ve istek duası edenlerle birlikte devamlı ve beraber kıl. Zenginlik ve yüksek konumlu olanlarla oturmak için, gözünü Allah'a itaat edenlerden çevirip uzak etme. Kalbini mühürleyerek bizim zikrimizden gâfil kıldığımız ve sana fakirleri, meclisinden uzaklaştırmanı emreden, kendi nefsinin arzuladıklarını Rabbinin taatına tercih eden ve bütün işleri zarar ve ziyan olan kimseye de itaat etme.
-Ey Rasûl!- Kalplerinin gafletinden dolayı Allah'ın zikrinden yüz çeviren kimselere de ki: Size getirmiş olduklarım, hakkın ta kendisidir. Aynı zamanda bunların tümü benim değil, Allah'ın katındandır. Benden Mü'minleri kovmamı talep etmenize de icabet etmeyeceğim. Sizden kim bu hakka iman etmek istiyorsa iman etsin. Zira o buna karşılık kendisine verilen mükâfat ile sevinecektir. Sizden kim kâfir olmak istiyorsa kâfir olsun. Bu kimse küfrüne karşılık kendisini bekleyen azap ile kötü günler geçirecektir. Kendi tercihleriyle küfrü seçen zalimlere öyle büyük bir ateş hazırladık ki, onun duvarları kendilerini çepeçevre kuşatmıştır. Ondan kaçmaya güç yetiremezler. Şiddetli susuzluktan dolayı yardım istediklerinde yardımlarına kaynar ve bulanık yağ gibi olan su karşılık verilir. Bu kaynar su onların yüzlerini haşlayacaktır. Kendilerine içirilen bu içecek ne kötü bir içecektir. Onların susuzluklarını gideremediği gibi, bilâkis arttırır. Yüzlerini ve derilerini yakan alevleri de söndürmez. Cehennem, kalınan ne kötü bir yer, ikamet edecekleri ne kötü bir konaktır.
Şüphesiz Yüce Allah'a iman edip salih ameller işleyenler, amellerini güzel bir şekilde eda ettiklerinde onlar için büyük sevaplar vardır. Muhakkak ki kim güzel amel işlerse, biz onun ecrini zayi etmeyiz. Bilâkis ecirlerini tam ve eksiksiz olarak veririz.
İman ederek, salih amelleri işlemekle vasıflanan o kimseler için oturacakları cennetler vardır. O cennetlerde ebedi olarak ikamet edeceklerdir. Saraylarının altından suyu pek tatlı olan cennet nehirleri akar. Onlar cennetlerde, altın bileziklerle süslenir ve ipekten ince ve kalın elbiseler giyerler. Üstleri süslü örtülerle örtülmüş kanepelerin üzerine otururlar. Kazandıkları sevapları ne güzel sevaptır. Makam edinip içinde ikamet ettikleri cennet ne güzeldir.
-Ey Rasûl!- Onlara kâfir ve Mü'min olan şu iki adamı örnek ver. O iki adamdan kâfir olana iki bahçe vermiştik. İki bahçenin çevresini de hurma ağaçlarıyla çevirdik. Bu iki bahçenin aralarındaki alanda da ekinler bitirmiştik.
Her iki bahçe de hurma, üzüm meyvelerini ve ürünlerini hiçbir şeyi eksik bırakmadan tam bir şekilde vermişlerdi. İkisinin kolayca sulanması için aralarında bir de nehir akıtmıştık.
İki bahçenin sahibi olan kimsenin, bu iki bahçeden başka ürünleri ve gelirleri de vardı. Bundan dolayı Mü'min olan arkadaşını etkilemek için gururlu ve kibirli halde şöyle dedi: Mal yönünden senden daha zenginim, insan sayısı olarak senden üstünüm ve aşiret olarak da senden daha kuvvetliyim.
Bu kâfir kişi, Mü'min olan kimseyle birlikte bahçesini ona göstermek için kendisine küfür ve beğenmişlik ile zulmederek oraya geldi. Kâfir şöyle dedi: Ben kalıcı olmasını sağlayacak araçlar edindim, görmüş olduğun bu bahçenin yok olacağını zannetmiyorum.
Kıyametin kopacağını da hiç zannetmiyorum. Bununla beraber hayat devam ediyor. Kıyametin koptuğunu varsayarsak, öldükten sonra tekrar dirildiğimde ve Rabbime geri döndürüldüğümde, tekrar diriltildikten sonra döneceğim yer olarak ben bu bahçemden daha güzelini bulacağım. Dünyada zengin olmam, ölümden sonra dirildiğim zaman da zengin olmamı gerektirir.
Kendisiyle konuşan Mü'min kimse ise, ona sözünü tekrar ederek şöyle dedi: "Baban Âdem'i topraktan yaratan, sonra seni meniden yaratan, sonra da olgun erkek bir insan haline getiren, bütün azalarını dengeli ve mükemmel olarak yaratan Rabbine iman etmede küfür mü ediyorsun? Şüphesiz bunların hepsini eksiksiz olarak yapmaya gücü yetenin, öldükten sonra tekrar diriltmeye de gücü yeter.
Ama ben senin dediğin gibi değil de, şöyle derim: O Allah -Subhânehu ve Teâlâ- nimetleriyle bizlere lütfeden Rabbimdir ve ben Rabbime ibadette hiç kimseyi ortak koşmam.
Bahçene girdiğin zaman şöyle söylemen gerekmez miydi?: "Mâşallah, bu Yüce Allah'ın dilemesiyle olmuştur, kuvvet yalnız Allah'a mahsustur." Çünkü hiçbir kimsenin kuvveti yoktur, kuvvet sadece Allah'ındır. O dilediğini yapan, O kuvvetli olandır. Eğer malca ve evlatça beni kendinden daha fakir görüyorsan bile (böyle demeliydin).
Allah Teâlâ'nın bana, senin bahçenden daha iyisini vereceğini ve seninkine gökten felaket gönderip, bahçeyi üzerinde hiç ot bitmeyen çorak bir hale getirerek, kaygan ve düz bir hale geleceğini düşünmekteyim.
Yahut da suyu yerin dibine çekilir de ona hiç bir şekilde ulaşamazsın. Bahçenin suyu gittikten sonra artık o bahçe kalmaz.
İşin sonunda Mü'min kimsenin gelmesini tahmin ettiği ceza gerçekleşti ve kâfir kişinin bahçesindeki bütün mahsül yerle bir oldu. Kâfir olan kişi bahçenin verimli ve düzgün olması için yaptığı tüm harcama ve masrafların yok olmasından dolayı son derece pişmanlık ve üzüntü içine düşerek, ellerini ovuşturup oracıkta kaldı. Bağın çardaklarını çökmüş, üzüm bağlarının dallarını yere serilmiş vaziyette görünce şöyle dedi: "Ah keşke yalnız Rabbime iman edip hiçbir kimseyi ibadette O'na ortak koşmasaydım.''
Bu kâfirin başına gelen cezayı durdurup engel olacak bir topluluk da yoktu. Hâlbuki kendisi cemaatinin çokluğu ile iftihar ediyordu. Allah Teâlâ'nın ona ait bahçeyi helâk etmesinden kurtarması imkânsızdı.
İşte bu makamda yardım etmek yalnız Allah'a aittir. O, Allah -Subhânehu ve Teâlâ- Mü'min olan veli kullarına sevap verme bakımından çok hayırlıdır. Yüce Allah bu kulları için sevabı kat kat verir ve en güzel âkibeti hazırlar.
-Ey Rasûl!- Dünya hayatına aldanmışlara bir örnek ver. Dünyanın benzeri çabucak yok olup kaybolma bakımından gökten indirdiğimiz yağmur suyu misalidir. Bu suyla yeryüzündeki bitkiler biter, olgunlaşır ve hasat vakti gelir. Sonra bu bitkiler kurur, parçalanmış çerçöpe döner ve rüzgârlar onu başka yerlere savurur ve böylece yer ilk haline döner. Allah, her şeye muktedirdir. Hiçbir şey O'nu aciz bırakamaz. İstediğine hayat verir ve istediğini de helâk edip yok eder.
Mal ve oğullar, insanın dünya hayatındaki süsüdür. Malın âhirette insan için hiçbir faydası yoktur. Ancak bu mallar Allah'ı razı eden amellerde harcanırsa faydası olur. Allah katında razı olunan sözler ve ameller ise sevap bakımından dünyada bulunan bütün süslerden ve insanın umduklarından daha hayırlıdır. Çünkü dünyanın süsü fanidir, Allah katında razı olunan amellerin ve sözlerin sevabı ise bakidir.
Dağları yerlerinden yok ettiğimiz günü hatırla. Üzerinde bulunan dağları, ağaçları ve binaları tamamen yok edip yeryüzünü dümdüz görürsün. Gelmiş geçmiş bütün yaratılmışları haşrederiz; tek birini bile terk etmeden mutlaka diriltiriz.
İnsanlar Rabblerine saf halinde arz olunurlar. Yüce Allah onları hesaba çeker ve onlara şöyle denili: "İlk defa sizi yarattığımız gibi bize tek başlarınıza, yalın ayak ve sünnetsiz geldiniz. Bilakis siz tekrar diriltilmeyeceğinizi iddia etmiştiniz. Şüphesiz bizim sizin yapmış olduğunuz iyilik ve kötülüklere karşılık vermeyeceğimizi, amellerinize karşılık hesap sormak için bir zaman ve mekân tayin etmeyeceğimizi zannediyordunuz."
Amel defteri ortaya konulduğunda kimisi onu sağında kimisi de solundan alır. -Ey İnsan!- Kâfirlerin, bunun içerisinde yazılı olandan korktuklarını görürsün. Çünkü önceden yapmış oldukları küfür ve isyanlarını bilmektedirler. Onlar şöyle derler: "Vay halimize ve başımıza gelen musibete! Ne oluyor bu kitaba? Yapmış olduğumuz amellerimizden küçük büyük hiçbir şey bırakmayarak hepsini sayıp dökmüş!" Onlar dünya hayatında yapmış oldukları tüm günahları sabit ve yazılı olarak bulurlar. -Ey Rasûl!- Rabbin hiçbir kimseye zulmetmez. Hiçbir kimseyi günahsız cezalandırmaz. Kendisine itaat etmiş kimsenin yapmış olduğu itaatin ecrinden hiçbir şey eksiltmez.
-Ey Rasûl!- Meleklere: "Âdem'e secde edin!" dediğimizde, hemen meleklerin hepsi Rablerinin emrine uyarak selâmlama secdesi yaptılar. Ancak İblis secde etmedi. O İblis cinlerdendi, meleklerden değildi. Secde etmeye karşı kibirlendi ve Rabbine itaat etme emrinin dışına çıktı. -Ey insanlar!- Şimdi beni bırakıp da onu ve soyunu size düşman olmalarına rağmen dost mu ediniyorsunuz? Düşmanlarınızı kendinize nasıl dost ediniyorsunuz? Allah Teâlâ'nın dostluğu yerine Şeytan'ı kendilerine dost edinen zalimlerin yaptıkları ne kötüdür ve ne çirkin bir iştir?
Benden başka dost edindikleriniz, onlar sizin gibi kullardır. Oysa ben, gökleri ve yeri yarattığım zaman onları şahit tutmadım. Bilakis onlar hiç mevcut değillerdi. Ben yaratırken hiçbir yaratılmışı diğerine şahit tutmadan yarattım. Yaratmada ve tasarruf etme hususunda ben tekim. Sapıklığa götüren insan ve cin şeytanlarından yardımcı edinecek değilim. Ben yardımcılara da muhtaç değilim.
-Ey Rasûl!- Kıyamet gününde Yüce Allah kendisine dünyada ortakları olduğunu iddia edenlere der ki: "(Ey kâfirler!) Ortaklarım olduklarını iddia ettiklerinizi belki size yardımcı olurlar, onları çağırın." Fakat onların çağrısına cevap veremezler ve onlara yardım da edemezler. Biz ibadet edenler ile ibadet edilenlerin arasında beraberce içinde helâk olacakları bir çukur koyarız. O da Cehennem ateşidir.
Müşrikler ateşi görünce, ona düşeceklerine kesin olarak anlarlar. Fakat ondan kaçacak bir yer de bulamazlar.
Biz Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'e indirilen bu Kur'an'da insanların hatırlamaları ve öğüt almaları için çok çeşitli örnekler verdik. İnsanlardan haksız yere tartışmaya en çok düşkün olanları -özellikle kâfirlerdir-.
Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'in Rabbinden getirdiğine iman etmek ile inat eden kâfirlerin arasına perde olan ve Yüce Allah'tan günahları için mağfiret dilemelerine mani olan şey yapılan açıklamanın eksikliği değildir. Kur'an'da bu hususta onlar için bir çok örnekler verildi. Onlara apaçık deliller ile açıklandı. Onların iman etmelerine mani olan -inatla- kendilerinden önce gelip geçmiş ümmetlerin başına gelen azabın kendilerine de gelmesini ve vadedildikleri azabı da gözleriyle görmek istemeleridir.
Gönderdiğimiz Rasûllerimizi, ancak iman ve taat ehline müjdeci, kâfirlere ve isyankârlara karşı korkutucu olarak göndeririz. Rasûllerin, kalpler üzerinde onları hidayete taşıyacak hükümranlıkları yoktur. Kendilerine takdim edilen delillerin apaçık olmasına rağmen Allah'a küfredenler sürekli mücadele ederler. Batıllarıyla Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'e indirilen hakkı yok etmek için mücadele ederler. Kur'an'ı ve kendilerine yapılan uyarıları gülünecek bir şey ve alay konusu yaparlar.
Rabbinin âyetleriyle nasihat edilip onlardaki azap tehdidini önemsemeyen ve o (ayetlerde) zikredilenler ile nasihat almaktan yüz çeviren, dünya hayatında işlemiş olduğu küfürleri, isyanları unutup tevbe etmeyen kimseden daha zalim kim olabilir? Biz bu ve bunun özelliklerinde olan kimselerin kalplerine, Kur'an'ı anlamalarını engelleyen örtüler ve kulaklarına da ağırlık koymuşuzdur. Bu sebeptendir ki, Kur'an'ı kabul etmek için dinlemezler. Onları iman etmeye davet etsen bile kalplerinin üzerindeki örtüler ve kulaklarında bulunan ağırlık olduğu müddetçe senin onları davet ettiğine asla iman etmezler.
Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'in kendisini yalanlayanların başına bir an önce azabın gelmesini istememesi için, Allah Teâlâ ona şöyle buyurdu: -Ey Rasûl!- Rabbin, tevbe eden kullarının günahlarını bağışlar. O rahmeti her şeyden geniş olandır. Kendisine isyan eden kulların tevbe etmelerini ümit ederek onlara mühlet vermesi de rahmetindendir. Eğer Allah Teâlâ kendisinin emirlerinden yüz çevirenleri cezalandırmayı dileseydi onları dünya hayatında cezalandırırdı. Fakat O Halim'dir, Rahim'dir, tevbe etmeleri için onlardan azabı erteler. Bilakis küfürlerine ve haktan uzaklaşmalarına karşılık onlar için belirlenmiş bir mekân ve zaman vardır. Eğer bu yaptıklarından tevbe etmezlerse Allah'tan başka sığınılacak bir yer bulamayacaklardır.
İşte size yakın olan şu kâfir ülkeler; Hûd kavmi, Salih kavmi ve Şuayb kavminin ülkeleri gibileri kendilerine küfrederek ve isyan ederek zulmettiklerinde helâk ettik. Onların helâk olmaları için belli bir vakit kıldık.
-Ey Rasûl!- De ki: Musa -aleyhisselam- hizmetçisi Yûşâ b. Nûn'a şöyle demişti: "İki denizin birleştiği yere varıncaya kadar yürümeye devam edeceğim veya salih kulla buluşuncaya kadar uzun zaman yürüyeceğim ve ondan ilim öğreneceğim.''
Yürümeye devam ettiler. İki denizin birleştiği yere ulaştıklarında kendilerine azık olarak almış oldukları balıklarını unuttular. Allah Teâlâ balığı diriltti ve ardından balık denizde suyun kapatmadığı tünel gibi bir yerden yol bulup gitti.
O yeri geçtikleri zaman Musa -aleyhisselam- hizmetçisine şöyle dedi: Kahvaltı yemeğimizi getir, bu yolculuğumuzda çok aşırı yorulduk.
Genç de ona şöyle demişti: Gördün mü? Kayaya sığınınca ben sana balık ile ilgili neler olduğunu söylemeyi unuttum. Onu hatırlamamı unutturan da Şeytan'dan başkası değildir. Kesinlikle balık dirildi ve şaşılacak bir şekilde denizde yolunu tutup gitti.
Musa -aleyhisselam- hizmetçisine demişti ki: İşte bizim istediğimiz buydu ve salih adam ile buluşacağımızın alameti o yerdi. Bunun üzerine kaybolmamak için aynı yoldan kayaya varıncaya kadar kendi ayak izlerini takip ettiler. Oradan da balığın denize girdiği yere geri döndüler.
Balığı kaybettikleri yere vardıklarında, orada salih kullarımızdan bir kul buldular (o Hızır -aleyhisselam-)'dır. Kendisine katımızdan rahmet verdik ve ona tarafımızdan insanların bilmediği bir ilim öğrettik. O da bu kıssanın ihtiva ettiği konudur.
Musa ona tevazuyla ve nezaketle şöyle demişti: Yüce Allah'ın sana öğrettiği ki, o hakka erdiren ilimdir. O ilimden bana da öğretmen için sana tabi olabilir miyim?
Hızır Musa'ya demişti ki: Şu bir gerçektir ki, sen benim ilmimden göreceklerine asla sabredemezsin. Çünkü bendeki ilim, senin yanındaki ilimle denk değildir.
İç yüzünü ve doğruluğunu bilemediğin fiilleri gördüğünde nasıl sabredersin? Çünkü sen onlar hakkında kendi ilminin ulaştığı kadarıyla hükmedersin.
Musa Hızır'a şöyle demişti: Beni senden gördüğüm işlere karşı sabreden ve sana itaat etmeye devam eden bir kimse olarak bulacaksın. Bana emrettiğin herhangi bir şeye karşı gelmeyeceğim.
Hızır Musa'ya şöyle dedi: Eğer bana tabi olacaksan, benim yaptığıma şahit olduğunda ilk önce ben o işi yapma sebebini açıklayana kadar bana o şey hakkında bir şey sorma.
Musa ve Hızır bunun üzerine görüş birliğine vardıktan sonra bir gemi bulana kadar deniz kenarına doğru yola koyuldular. Hızır'ın saygınlığından dolayı ücret ödemeden gemiye bindiler. Hızır geminin bir tahtasını yerinden çıkararak deldi. Bunun üzerine Musa sabretmeden Hızır'a dedi ki: "Sen bunu, bizi ücretsiz taşıyan gemiyi ve içindeki yolcuları batırmak için mi yaptın? Kesinlikle sen büyük bir iş yaptın."
Hızır Musa'ya şöyle dedi: "Ben sana benim yaptıklarımı gördüğün zaman sabretmeye tahammül edemezsin demedim mi?"
Musa -aleyhisselam- Hızır'a şöyle dedi: Unutarak sana vermiş olduğum sözümü yerine getiremediğimden dolayı beni sorgulama! Sana arkadaşlık/eşlik etmemde beni sıkıştırma ve bana güçlük çıkarma!
Gemiden indikten sonra, birlikte sahilde yürümeye başladılar. Hızır büluğa ermemiş erkek çocuklarla beraber oynayan bir erkek çocuk gördü ve onu öldürdü. Bunun üzerine Musa Hızır'a şöyle dedi: "Günahsız, büluğa ermemiş tertemiz bir canı, bir can karşılığı olmadan mı öldürdün? Gerçekten sen çok kötü bir iş yaptın."
Hızır Musa -aleyhisselam-'a şöyle dedi: "Şüphesiz ki ben sana dedim ki: - Ey Musa!- Yapacağım şeylere sabredemezsin."
Musa -aleyhisselam- şöyle dedi: "Eğer bundan sonra sana bir şey soracak olursam beni bırak. Muhakkak ki ben, senin emrine üç kere muhalefet ettim. Artık mazur görülecek bir durumum kalmadı. Bundan sonra beni bırakabilirsin"
O ikisi yolculuklarına devam etti. Nihayet ulaştıkları kasaba halkından kendileri için yiyecek istediler. Kasaba halkı o ikisine yemek vermekten ve o ikisini misafir etme hakkını yerine getirmekten imtina etti. Onlar da kasabada yıkılmaya yüz tutmuş bir duvar buldular. Hızır duvarı düzeltti. Bunun akabinde Musa -aleyhisselam- Hızır'a dedi ki: "Onlar bizi misafir etmekten imtina ettikten sonra ihtiyacımızdan dolayı eğer isteseydin buna karşılık bir ücret alabilirdin."
Hızır Musa -aleyhisselam-'a dedi ki: "Duvarı düzeltmem sebebiyle bir ücret almayışıma itiraz etmen benim ile senin aranda ayrılık sebebidir. Beni bir şey yaparken gördüğünde sabremediğin şeylerin açıklamasını sana haber vereceğim."
Kusurlu kılmama karşı çıktığın gemiye gelince; denizde o gemide çalışan ve onu savunmaya güçleri olmayan yoksul kimselere ait idi. Biraz önce bahsettiğim sebepten dolayı onu kusurlu kılmak istedim ki onların önünde, her sağlam gemiyi gasbeden ve kusurlu gemiyi bırakan kral, onu da gasbetmesin.
Kendisini öldürmeme karşı çıktığın gence gelince, onun anne ve babası Mü'min idi. Yüce Allah ilmi ile onun kâfir olacağını biliyordu. Büluğa erdikten sonra anne babasının onun sevgisinde ya da ona olan ihtiyaçlarında aşırıya giderek o ikisini Allah'a iman etmede küfre düşürmesine ve azgınlığa sevk etmesinden korktuk.
Allah Teâlâ'nın o ikisine dinde ve salih olmada daha hayırlısını ve günahlardan temizlenmiş, ondan (ölen kardeşinden) ana babasına daha merhametli olan bir çocuk vermesini istedik.
Yıkılmaya yüz tutmuş duvarı düzeltişime karşı çıkmana gelince, bu duvar gelmiş olduğumuz şehirde babaları ölmüş iki gence aitti. Bu duvarın altında o ikisine ait gömülü bir hazine vardı. Bu iki çocuğun babası salih bir kimseydi. -Ey Musa!- Rabbin olgunluk yaşına ulaşıp büyümelerini istedi ki, o duvarın altında bulunan gömülü mallarını kendileri çıkarsınlar. Eğer duvar şimdi çökecek olsaydı hazine ortaya çıkacak ve zayi olacaktı. Bu önlem Rabbinin o ikisine olan merhametindendi. Ben bunu yapmak için çabaladım; senin sabremediğin şeylerin iç yüzü işte budur.
- Ey Rasûl!- Müşrik ve Yahudiler, Zülkarneyn'in haberinden sorarak seni imtihan etmek istiyorlar. De ki: "Öğüt almanız ve hatırlamanız için onun haberinden bir kısmını size okuyacağım."
Şüphesiz biz onu yeryüzünde kudret ve iktidar sahibi kıldık. İstediği şeye ulaşmak için gerekli olan her şeyi ona verdik.
İstediğine ulaşmak için kendisine verdiğimiz usul ve araçları alarak batıya doğru yöneldi.
Yeryüzünde ilerlemeye devam etti. Güneşin battığı yere ulaştığında güneşi sanki kara çamurlu sıcak bir pınarda batıyor gördü. Güneşin battığı yerde kâfir bir toplulukla karşılaştı. Ona seçenek sunarak şöyle dedik: "Ey Zülkarneyn! Öldürerek ya da başka bir şekilde onları azaplandırırsın ya da onlara ihsanda bulunursun."
Zülkarneyn dedi ki: "Kendisine Allah'a ibadet etmeye çağırdıktan sonra Allah'a şirk koşan ve bunda ısrarcı olanı dünyada ölüm ile cezalandıracağız. Kıyamet günü Rabbine döndürülecek ve onu ürkütücü bir azapla azaplandıracaktır."
Onlardan da kim Allah'a iman eder ve salih amel işlerse, Rabbi katından imanı ve salih ameli karşılığında ona Cennet vardır. Ve buyruğumuzdan ona şefkatli ve yumuşak olanı söyleriz.
Sonra ilk yolundan başka bir yol tutarak güneşin doğduğu yöne doğru ilerledi.
Sonra yeryüzünde ilerledi ve güneşin doğduğu yere ulaştığında güneşi, kendilerini koruyacak ev ve ağaçların gölgelerinin olmadığı bir kavmin üzerine doğarken buldu.
Aynı şekilde ilmimiz ayrıntılı bir şekilde Zülkarneyn'in sahip olduğu güç ve otoriteyi kuşatmıştır.
Sonra ilk iki sefer izlediği yoldan başka doğu ve batı arasında farklı bir yol tuttu.
Yolculuğuna devam etti ve iki dağ arasında geçit gibi olan bir yere ulaştı. O iki dağın yanında hemen hemen başkalarının hiçbir sözünü anlamayan bir kavme rastladı.
Dediler ki: "Ey Zülkarneyn! Şüphesiz Ye’cûc ve Me’cûc (Âdemoğlundan iki büyük topluluğu kastetmektedirler) öldürme ve diğer kötü işleri yaparak yeryüzünde bozgunculuk yapmaktadırlar. Onlarla bizim aramızda bir set yapman için sana mal versek olur mu?"
Zülkarneyn şöyle dedi: "Rabbimin beni rızıklandırdığı mülk ve yöneticilik, bana vereceğiniz maldan daha hayırlıdır. Bana adam ve araçlarlarınızla yardım edin ki sizinle onlar arasında bir set inşa edeyim."
Bana demir madeni getirin. Ona demir madeni getirdiler, iki dağ arasında inşa etmeye başlayıp iki dağ arasındaki boşluğu dağlarla bir hizaya getirince çalışan işçilere: "Bu demir madenin üzerine ateşi körükleyin." dedi. Demir madenini eritip kor gibi yapınca: "Bana bakır getirin bunun üzerine dökeyim." dedi.
Ye’cûc ve Me’cûc, yüksekliğinden dolayı onu aşmaya güç yetiremedi. Sertliğinden dolayı da alt taraftan onu delmeye güç yetiremediler.
Zülkarneyn dedi ki: Bu set Ye'cûc ve Me'cûc ile yeryüzünde ifsat çıkarmaları arasında engel olacak Rabbimin bir rahmetidir. Onları bu işlerinden alıkoyacaktır. Kıyamet kopmadan önce Yüce Allah'ın onların çıkması için belirlediği vakit geldiğinde, o seti yerle eşit kılacaktır. Yüce Allah'ın (seti) yerle eşit kılması, Ye'cûc ve Me'cûc'un çıkmaları ile alakalı vaadi sabittir, üzerinde hiçbir ihtilaf yoktur.
Ahir zamanda onları bırakırız da (kalabalık olmalarından dolayı) diğerleri ile birbirlerine dalgalar halinde karışırlar. Sûr'a üflendiği zaman da bütün hepsini hesap ve karşılıklarını vermek için bir araya toplarız.
Cehennem'i apaçık görmeleri için kesin bir şekilde kâfirlere gösteririz.
Dünyada gözlerinin önünde görmelerine mani olan perdeden dolayı Allah'ı zikretmekten kör olan kâfirler için Cehennem'i gösterdik. Kabul etmek kasdıyla Allah'ın ayetlerini dinlemeye güçleri de yoktu.
Allah'ı inkâr edenler, melek, peygamber ve şeytanlardan olan kullarımı benim dışımda ilahlar edineceklerini mi sandılar? Şüphesiz biz Cehennem'i, orada kalmaları için konak olarak hazırladık.
-Ey Rasûl- De ki: -Ey İnsanlar!- Amel bakımından en büyük hüsrana uğrayanların kim olduğunu size haber verelim mi?
Onlar, kıyamet gününde dünyada yapmış oldukları çabaların zayi olduğunu gören kimselerdir. Oysaki onlar çabaladıkları hususta iyi yaptıklarını sanıp amellerinden istifade edeceklerini zannederler. Ancak gerçek bunun hilafınadır.
Onlar Rablerinin birliğine delalet eden ayetler hakkında kâfir olan, O'nunla karşılaşmayı inkâr eden, bu küfürlerinden dolayı amelleri batıl olan kimselerdir. Kıyamet günü Allah'ın katında onların bir kıymeti olmaz.
Allah'ı inkâr etmeleri, indirilen ayetleri ve rasûllerle alay etmelerinden dolayı onlar için hazırlanmış ceza (yaptıklarının karşılığı) Cehennem'dir.
Şüphesiz ki, Allah'a iman edip salih ameller işleyenlere ikram olarak Cennet'in en üst mekanları konak olarak hazırlanacaktır.
Onlar orada ebedî kalacaklardır. Oradan ayrılmak istemezler. Çünkü onun dengi olan başka bir karşılık yoktur.
-Ey Rasûl- De ki: "Rabbimin kelimeleri çoktur. Eğer denizler mürekkep olsa, onunla yazsan; Allah -Subhanehu ve Teâlâ-'nın sözleri bitmeden denizler tükenirdi. Eğer başka denizler dolusu (mürekkep) getirsek aynı şekilde onlar da tükenirlerdi."
-Ey Rasûl!- şöyle de: "Ancak ben sizin gibi bir beşerim. Şüphesiz bana hak olan ilahınızın bir tek ilah olduğu, hiçbir ortağının bulunmadığı vahyolunmaktadır. O Yüce Allah'tır. Kim Rabbi ile karşılaşmaktan korkuyor ise dinine uygun ameller işlesin, ibadetlerinde Rabbine karşı ihlaslı olsun. Rabbine ibadetinde hiç kimseyi ortak koşmasın."